Geldi Gelecek

Geçenlerde “basit bir yaşam”da saksılara ekilmiş mini mini bebek bitkilerin resimlerini ve onları eken ellerin sahibesinin umutlu, kaygılı bekleyişini okuyunca o tanıdık duyguyu yeniden anımsadım. O zaman bana deselerdi ki “bir gün hayallerin gerçek olacak ve küçük saksılardan oluşturduğun bahçe gerçek bir bahçeye dönüşecek” umutla gülümser, gözlerimi uzaklara diker, derin bir iç çekişle ve biraz da kuşkuyla “ah! keşke” diye yanıtlardım. Çiçeklerimin diplerine sokuşturduğum üzüm ve limon çekirdeklerini her gün filizlendiler mi diye merakla izlediğimi, mini mini çeliklerin kök salmalarını büyümelerini nasıl umutla beklediğimi hiç unutmadım. Bir gün gerçek olması dileğiyle, içinde  yaşayabileceğimiz, ekip biçebileceğimiz “o bahçenin” ayrıntılarını ailece nasıl düşlediğimizi, hatta bir hıdırellezde balkona çizdiğimiz resmini dünmüş gibi hatırlıyorum. Şimdi Tanrı’nın bir lütfu olarak o hayal gerçek oldu. Bu mütevazi hayalin gün gelip lüks sayılacağı ise doğrusu hiç aklımıza gelmemişti.

David Report’da “Geleceğin Lüksü” başlıklı trend raporunu okurken pek de farkında olmadan gelecek trenine binenlerden ve geleceğin lüksünü şimdiden yaşamaya başlayanlardan olduğumuzu farkettik.

Önce dünkü, bugünkü ve gelecekteki lüks anlayışını anlatan rapor ilginç ayrıntılarla dolu. Örneğin dün lüks kavramının sadece herkesin ulaşamadığı bir takım objeleri elde etmekle sınırlı kaldığına dikkat çekilen yazıda, 80’ler ve sonrasında dünyaya gelen nesil için lüksün bambaşka anlamlar ifade edeceğini ” onlar kendi kontrollerinde bir yaşamı ve eğlenceli olanı yapmayı tercih edecekler. Çok uzun iş saatleri, aile ve arkadaşlarla harcanacak çok kısa bir zaman anlamına gelen idari işleri kabul etmeleri pek olası görünmüyor” sözleriyle açıklıyor.

Bugün ise sürekli değişen dünyamızla birlikte lüks kavramının da büyük bir değişim geçirdiğini söylüyor. Son birkaç yıldır ekonomideki canlılık ve yükselen bilinçle birlikte lüks mallarda bir patlama oluşurken, “uber premium” (süperden de öte) ve yaygınlaşan (ulaşılabilir) lüks trendi olarak lüks katmanı da ikiye ayrılmış.

Yarınlara doğru ilerlerken, insanların lüks yaşamayı sığ bulmaya, gösteriş veya aşırı tüketimin başarı işareti olmadığına inanmaya başladığına dikkat çekiyor. Özellikle bir sürü insan açlık çekerken ve küresel ısınma dünyamızı tehdit ederken gereksiz şeyler satın almanın  insanlara doğru gelmediğini ifade ediyor. Bu durumda bugünkü lüks tanımımızdan epey farklı olarak gelecekte lüksün, yalnızca tüketimle sınırlı kalmayacağı, muhtemelen mal mülk edinmenin yerini kültürel deneyimlerin alacağını öngörüyor. Yani artık toplayıp biriktirmekten çok paylaşmanın lüks olacağını, ancak lüksün doğası gereği bunu da herkesin yapamayacağını belirtiyor.

Geleceğin lüksünü tanımlayan trendlere gelince, ilk sırada bizim “evladiyelik” dediğimiz, kolay kolay eskimeyen, değerini yitirmeyen kaliteli ürünler var. Bu noktada aklıma hemen eşimin amorti hesabı geliyor. Ne zaman bir şey almaya
kalkışsak ürünün kendisini ne kadar zamanda amorti edeceğini, gerçekten kaliteli olup olmadığını, almaya değip değmeyeceğini sorgular. Gerçekten de gelecekte geri dönüşümlü olsa bile çabucak çöpe dönüşebilen ürünlerin yerini
çocuklarımıza bırakabileceğimiz, evladiyelik ürünlerin alacağı söyleniyor. Birer tüketici olarak artık hesaplarımızı ürünün toplam ömrüne göre yapmaya, düşük fiyatlı ile ederine layık olan arasındaki farkı görmeye alışmamız gerekiyor.

Örneğin ilk bakışta pahalı görünen bir ürün bir kaç nesil değerini ve işlevini yitirmeden kalacaksa, bu onun hem bu fiyata değeceğinin hem de ekolojik olarak sağlıklı olacağının bir göstergesi oluyor. “Gelecekte daha az ancak daha iyi ürünleri alacağız, şatafatlı olmayan, daha incelikli olanları seçeceğiz. Daha az sayıda ve daha gösterişsiz ürünler hayallerimize yer açacak. Aydınlık ve mutlu bir geleceğe ait hayallerimize. Kaliteye özen göstermek, ortak geleceğimize özen göstermektir” sözleriyle noktalanıyor ilk trend.

İkinci olarak “korunma ve güvenlik” geliyor. Zamanla kirlilikten, kalabalıktan ve hatta terörizmden uzak olmak için şehir dışına kaçışın artacağına işaret ediyor bu trend. Bu durumda ulaşım ve sosyal aktivite olanakları olan yerleri seçeceğiz ya da böyle yerler yaratacağız. Günümüzde böyle yerler zaten var ve giderek de artıyor. Ancak gelecekte farkı, gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde ofis dışında çalışabilmek yaratacak. En büyük önceliğimiz güvenlik olacak ve rahat yuvalarımız sanal dünya aracılığıyla gerçek dünyayla bağlantı kurabildiğimiz üsler haline gelecek.

“Duygusal markalaşma” üçüncü trend olarak yerini alıyor. Reklam bombardımanlarıyla bizleri canımızdan bezdiren, televizyon seyredemez, sinemaya bile gidemez hale getiren şirketler artık biz tüketicileri rahat bırakmayı ister istemez
öğrenecekler, çünkü artık (aslında milletimizin çoğu zaman zaten yaptığı gibi) tanıdık tavsiyesiyle, bizzat yaşanmış deneyimlerle kendini kanıtlayabilen markaları tercih edeceğiz. İddiaya göre, tüketicilerin kişisel hayallerini
gerçekleştirmesinde yalnızca bir araç olduğunu anlayan markalar ayakta kalabilecek ve büyüyebilecek. Tüketicilere dostu gibi davranacak, sözünü tutacak, dürüst olacak, böylece şanslıysa tüketicileri kendisine aşık etmeyi başaracak.
Görünüşe göre bizim esnaf ve hatta bazı markalar daha çook kan ağlayacak, telefon ve internet hizmeti verdiğini iddia edip, olur olmaz her şey için şubeye çağıran bankalar mı istersiniz, yalancılığı düstur edinmiş küçük esnaflar mı istersiniz, hakkınızı aradığınızda gereğini yapmadığı gibi üzerine bir de sizi azarlayan satıcılar mı istersiniz. Ben bu trendi çok sevdim, dört gözle bekliyorum.

Dördüncü sırada yine tarafımızdan umutla beklenen bir trend var “iyi karma.” Geleceğin en önemli trendlerinden biri fark yaratmak ve sorumluluk almak olacak. Bu hem bireyler, hem şirketler hem de organizasyonlar için geçerli. Giderek büyüyen bu ahlaki trend “iyi karma,” iyilik yap,” “bilinçli tüketim,” “kötü olma” ve “bilinçli kapitalizm” gibi sözcüklerle tanımlanıyor.  Artık sadece kar payını büyütmeye değil, herkesi memnun etmeye yönelik bir yönetim anlayışı başarılı olacak. Dünya kaynaklarını paylaşmak zorunda olduğumuzdan “iyi karma” yaratmak geleceğin markalarının genel özelliği halini alacak. Örneğin çocukları ucuza çalıştırarak ürünlerini ucuza mal edenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin hesapları pek tutmayacak. Zaten şimdiden bir çok kişi hayvanlar üzerinde denenmiş ürünleri almıyor, kürk giymiyor, çevreye zarar veren ürünlere karşı da tepki giderek büyüyor.

“Günü Yakalamak,” işte bu da bize çok aşina bir başka trend, hatta bir zamanlar duvarlara “zaman en acımasız öğretmendir, önce sınavı yapar, sonra dersi verir” türünden özlü sözler asmışlığımız bile vardır. Rapor diyor ki:” Zaman gerçek lükstür. Parayla alamayacağınız şeylerden biridir, bu yüzden de en çok istenendir. Ne düşünürsek düşünelim biyolojik saat herkes ve her birimiz için işliyor.” Zamanı kaliteli geçirmek herkesin yapabileceği bir şey, ancak lüks olan asıl istediklerinizi yapabileceğiniz zamana sahip olabilmek. Geleceğin en büyük lükslerinden biri asla geri gelmeyeceği için kişinin kendi zamanını kendisinin kontrol edebilmesi olacak.

Altıncı trend yavaş yavaş kendini göstermeye başladı bile. Görünüşe göre geleceğin toplumlarında “otantiklik” en fazla aranan özelliklerden biri olacak. Şimdiden bir çok yabancı blog el yapımı ürünleri ve bireysel üreticileri desteklediklerini ilan ediyor, Avrupa ve Amerika’da “fair trade” (dürüst ticaret diyebiliriz) adı altında büyük mağazaların desteğiyle yapılan uygulamada, dünyanın az gelişmiş bölgelerindeki küçük üreticilerden alınan ürünler çok ucuza kapatılmak yerine hakettiği fiyattan alınıyor ve bu mağazalarda satılarak o insanlara destek olunuyor. (Bu arada bizdeki uygulama da tam tersi, uzak doğudan üç otuz kuruşa alınan ürünler, el yapımı mobilyalar burada fahiş fiyatlarla satışa sunuluyor. Madem
bizi soyacaklar, bari üreticinin yüzü gülsün, ama ancak 30. yy.da gerçekleşir herhalde.)

Küreselleşmenin sildiği yerel özelliklere, her şeyin aynılaşmasına, ve standartlaşmış seri imalata karşı tepki, adeta bir fizik kanunu gibi illaki gelecekti. Nitekim rapor da bunu altıncı sıraya almış: yeni bir kültürel lüks, orijinal ve gerçek
olanın kalabalığın içinden sıyrılıp dikkat çekmesi ve en çok istenen ürünler haline gelmesi.

Kolay alışabileceğimiz, hatta biraz biraz alışmaya başladığımız bir lüks var sırada: “besin ve sağlık”. “Sadece onbeş yirmi yıl önce gezegenin öbür ucundan gelen besinleri yemek lükstü. Gelecekte evinizin yakınında yerel olarak üretilmiş, sağlıklı, organik besinleri yiyebilmek lüks olacak” diyor rapor. Hatta sadece kırsal bölgelerde değil, şehirlerin ortasında kentsel tarım alanları oluşacağından söz ediyor. “Ne yediğimizi, yediklerimizin nasıl ve kim tarafından üretildiğini
bilmek isteyeceğiz… Günümüzde, besinlerin çoğu, çevre için bedeli ağır olarak, sofralarımıza gelmeden önce dünyayı dolaşıyor. Yapay tatlandırıcılar ve kimyasal zehirler düzenli olarak kullanılıyor. Çevreye ve hayvanlara zarar vermeyen, lezzetli besinleri seçerek, hayatı… ve sağlığı seçmiş olacaksınız.”

Listedeki sonuncu trend “Kişiye özel”. Az sayıda üretilen her şey, sadece ürünlerle sınırlı değil, konutlar da buna dahil, “özel  lma” duygusunu verdiği için her zaman gözde. Küreselleşmeyle gelen standartlaşmaya bir tepki olarak, yalnızca
seçkin bir grupla paylaşılacak, lüks, pahalı ve az sayıda yapılmış ürünlere sahip olmanın insanların kendilerini eşsiz ve özel hissetmesine yardımcı olacağı da trend raporunun öngörüleri arasında yer alıyor.

Sonuç gördüğünüz gibi biraz ironik , biz yaşamımızı sadeleştirmeye çabalarken, dediğimiz gibi neredeyse “süper lüks” olmuşuz.

3 Comments

  1. “Ah! keşke…” diyorum evet, ama bu yazıdan sonra daha bir umutla diyebilirim sanırım 🙂
    Bahsettiğiniz trendlerin her biri hakkında söylenecek çok şey var aslında. Özellikle altıncı trendi (otantikleşme, yerelleşme) dikkat çekici buluyorum. Bugünlerde aklımı çokça meşgul ettiğinden olsa gerek.
    Selamlar,
    Evren

  2. konu ile doğrudan alakalı değil ama değişmesini umduğum bir diğer trend “globalleşme” adı altında yerel ve otantik kültürlerin,ülkelere has “biricik” özelliklerin hızla yokedilmesi, her ülkenin, hatta her şehrin global trendin başrol oyuncularınca esir alınmasının önüne geçilebilmesi… Dünya milletleri giderek “tektip”leşiyor. Yerel, otantik, tamamen oraya özgü olan şeylerin sayısı hızla azalmakta, yerlerini starbucks’lara, mc donalds’lara, zincir markalara, aynı tip giyime vs. bırakıyor. bu da bir anlamda “ne olursa olsun tüket” felsefesinin sonucu değil mi? Bana öyle geliyor.

  3. Hayal etmek işin gerçekten “sırrı” galiba, bir gün kendi bahçende mutlulukla gezinirken belki bu notu anımsayıp gülümsersin sevgili Evren.
    Sanırım her şey karşıtıyla var oluyor, küreselleşme varsa, yerelleşme de hemen arkasındadır, nitekim trend beklentileri de bu yönde. Öte yandan, küreselleşmeyi yalnızca tektipleşme olarak görmüyorum, bu deneyimi yaşayıp, varsayılan sınırların anlamsızlığını farkeden insanların, aslında devasa bir ailenin bireyleri olduğumuzu yeniden anımsayıp, barış içinde yerel değerleri paylaşmaya döneceğine gönülden inanıyorum.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*