Gönüllü çiftçi kadının ikilemi

Nereden, nereye? Bazen bir geçmişi, bir de bugünü düşünüyorum, kendi kendime şaşıyorum. Bağ, bostan aşkına külkedisine dönüşen kişi ben miyim? Oysa her mutfağa girişimde aynı tabağı bilmem kaçıncı kez yıkarken, aklıma hep Yunan mitolojisindeki tanrılar tarafından büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm edilmiş kral Sisifos’un öyküsü gelirdi. Öyküde, Sisifos kayayı yuvarlayarak tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya her defasında elinden kaçarak başladığı noktaya döner ve o, her şeye yeniden başlamak zorunda kalır. Artık Sisifos’u düşünmüyorum, değiştim. Lakin, kentin keşmekeşinden, kimileri için kapalı, yapay ışıklandırmalı ofis hücresinden, saatler süren trafik kabusundan, bizim deyişimizle “çılgın kalabalıktan” kaçıp, sessizlik, doğa, bitki, gübre, çamur, mutfak ve kavanoz içeren kır hayatına geçince, zaman zaman insanın kendisini adeta boyut değiştirmiş gibi hissetmesi, dolayısıyla da sorgulaması kaçınılmaz oluyor.

Işınlanmışcasına mekan ve hayat tarzı değiştirmiş kişinin, kendi kendisiyle halleşirken zihnini “Buraya nasıl geldim?” “Ne yapıyorum?” “Nereye Gidiyorum?” soruları işgal ediveriyor. Eskiden olsa, hasat edilen çilekler ziyan olmasın diye, rekor sıcaklarda, kaynayan reçel tenceresi başında, çok da yemeye düşkün olmadığı halde, kavanozlar dolusu reçel yapmaya çalışan, ya da 250 kg. elma ile sirke yapmaya kalkışan, ya da her şeyin soyunun devamı ondan sorulacakmış gibi tohum çıkarmaya savaşan birine olsa olsa çılgın derdim. Oysa şimdi kırlara kaçıp, kendine münhasır bir hayata teslim olarak, yorucu ama son derece keyifli, akla ziyan işlerle uğraşmayı normal ve olağan buluyor, ancak eski hayatımdan ve genelgeçer düzenden bu kadar farklı düşünmenin ve yaşamanın doğru olup olmadığından zaman zaman kuşku duyuyor, kendimi bir ikilem içinde buluveriyorum.

“Yalnız mıyım?” sorusu böyle ikilem durumlarında yanıtı aranması gereken ilk sorudur. Araştırıyorum, soruşturuyorum ve “hayır, yalnız değilim.” Dünyanın çeşitli yerlerinde, megakentlerdeki hareketli ve bereketli kariyerlerini bırakıp, vites küçültmeyi bilinçli olarak seçmiş, hatta çoluğunu çocuğunu da düzenin çarklarından kaçırmaya cesaret edebilmiş, bir çiftlikte sürdürülebilir yaşam arayışına girmiş pek çok insan olduğunu keşfediyorum. Kariyerini bırakmış yerli, yabancı kadın, anne, eş çiftçilerden bir çoğu internet ortamında günce tutuyor, deneyimlerini paylaşıyor. Onların da mutfakları sebze, meyve ve kavanoz dolu, onlar da daha önce yapmadıkları işleri yapıyor, deniyor, yanılıyor, öğreniyorlar. Bu gönüllü çiftçi kadınların hemen hepsinin ortak noktası çevre sorunlarına son derece duyarlı, zehirsiz ve doğal tarıma düşkün, içine dahil oldukları yeni kırsal ortama katkıda bulunmaya gönüllü ve hevesli olmaları.  Hatta, misyonu dünyadaki sefalet ve haksızlığa son vermek olan “Action Aid” sayıları giderek artan bu kadın çiftçileri yeryüzündeki açlık sorununu çözecek güç olarak tanımlıyor. Bununla da kalmıyor, yazar Temra Costa, Farmer Jane: Women Changing the Way We Eat adlı kitabında çiftçiliği iş edinip eğitim, destek ve dönüşüm yoluyla Amerika’nın beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye soyunan 30 kadın çiftçinin öyküsünü anlatıyor. Kısacası gönüllü kadın çiftçiler benzer duygu ve düşüncelerin yanısıra benzer ikilem ve şaşkınlıkları da yaşıyor, paylaşıyorlar. O halde hiç, ama hiç yalnız değilim.

Cevabını merak ettiğim ikinci soru “doğru zamanda, doğru yerde miyim? Doğru ve iyi işler yapıyor muyum? Kısacası “Nereye gidiyorum?” Arada sırada kaf dağından çıkıp etrafıma baktığımda, çoğunluğun bambaşka, daha çok siyasi, konulara kilitlendiğini görüyorum. Oysa benim baktığım yerden görünen en büyük sorun küresel ısınma. Bir avuç insanı, bir veya bir kaç ülkeyi değil, tüm dünyayı pençesine almış, insan nesli ile yetinmeyip dünyadaki yaşamı tehdit edecek boyutlara hızla ilerleyen bu devasa sıkıntının şimdilik sadece mevsim normallerinin üzerinde sıcaklar, uzak ülkelerdeki facia boyutunda seller ve yangınlar olarak algılanıyor olmasına şaşırıyorum. Oysa Rusya’da yangınlarla pişen buğdayın ne bize ne de onlara düşeceğini, pahalılığından dem vurulan yiyecek fiyatlarının fırlamaya hazır roket gibi istim aldığını herkes farketmiş olmalı. Hala durumun vehametini kavramamış olanlar için haydi o kadar uzağa gitmeyelim, örneğin köyümüzde dönümlerce taze fasulye sıcaktan çiçeğini döküyor ürün veremiyor, biz domateslerimizi zor kurtardık ama ticari amaçla eken komşularımız çoğunu sökmek zorunda kaldı, karpuzlar sıcaktan satılacak boyutlara gelemedi, sökülüp atıldı. Bu gerçeklerin ışığında yukarıdaki sorulara bir daha bakınca yanıtı bulmak zor değil. Biz bir avuç toprakta doğal ve sürdürülebilir, zehirsiz tarım yaparak dünyayı mı kurtarıyoruz? Evet, çünkü yalnız değiliz, bizim gibi binlerce bir avuç toprak temiz kalırsa, daha az kimyasal ve zehir sulara, yere karışır, daha az toprak ve canlı kaybedilir. Nitekim uzun vadeli bir çalışmada organik ve konvansiyonel ekim sistemleri karşılaştırılmış; organik tarımın atmosferdeki sera gazları ve karbondioksiti yararlı organik malzeme aracılığıyla toprağa hapsettiği anlaşılmış. Öyle ki Amerika’da 10.000 orta boy çiftliğin organik tarıma geçmesinin 1.174.400 otomobilin trafikten kalkmasına eşdeğer bir etki yaratabileceği hesaplanmış. Bu durumda doğru yerde, doğru zamanda, doğru işi yapmaya çalıştığımı, insanlara, dünyaya faydalı olduğumu düşünüyor, bir nebze daha rahatlıyorum.

Zihnime takılan diğer bir soru, “mümkün olduğunca her şeyi kendi kendimize yetiştirip, sonra da saklamanın bir yolunu bulmak zorunda mıyız?” Bakıyorum, içinde ne olduğunu bilmediğimiz şeyleri yemenin nelere yol açabileceği öğrenildikten; besin endüstrisinin tek derdinin para ve güç olduğu, insanların sağlığını hiç dert etmedikleri anlaşıldıktan; yıllardır GDO’lu mısır, kanola ile beslenerek kobay olarak kullanılan Amerika’daki zavallı yeni nesillerin başına gelenler görüldükten; ortalıkta ardı arkası kesilmeyen, başedilmesi hatta telaffuzu zor hastalıkların çoğunun tarımsal zehirlerin vücutta birikmesi sonucunda oluştuğu kanıtlandıktan sonra bu sorunun cevabı da haliyle “Evet.”

Evet, evet, evet! Üstelik tüm bu evetlerin üzerine önlenemeyen bir “merak” öğesi de eklenince, insanın kendisini peynir kilerinde bulmuş fare misali bir oraya, bir buraya atlayıp, her şeyi denemeye kalkışmaktan alıkoyabilmesi pek mümkün değil. Ne kadar yorucu olursa olsun insanın hergün yeniden “mutluluğun resmini” çizmeye çalışırken yaptığı işten zevk almaması imkansız. O halde, şimdilik ikilemi rafa kaldırıp kavanozların başına dönebilir, tüm gönüllü kadın çiftçilerle birlikte dünyayı kurtarmaya bir avuç temiz topraktan ve mutfaktan devam edebiliriz.

33 Comments

  1. :))
    zeki olan, elbette sorgulayacaktır durduğu yeri. ve insanın kendi kendisiyle yarışmasını sağlayan bu sual etme hali göz ardı edilemez bir avantaj, mükemmel bir kalite. ama durup, vicdana bakıp dengeyi bulmak da pek önemli. nihayetinde iyi, temiz ve adil midir tutulan yol, tartıp, inanç tazelemek gerekir her sorgudan sonra. ve devam etmek, ardından da.
    hadi.
    iş başına :))
    sevgilerimle,
    D.

  2. Deneyip yanılarak, araştırıp soruşturarak, en önemlisi inancımızı taze tutarak yürümeye çalışıyoruz. İşimiz kolay değilse de paylaştıkça hafifliyor, çok teşekkürler…
    Sevgiler…
    Jale

  3. Bu ‘önlenemeyen merak ögesi’, belki milli eğitimin de temel ilkesi olmalıydı. O zaman bu işler pek ‘akla ziyan’ gibi görünmezdi.

  4. “Onların da mutfakları sebze, meyve ve kavanoz dolu,” diyorsunuz ya… ve onlar eskiden olduklarından en az 10 kg daha şişman :))) diye eklemek istiyorum…
    Hayat daha kolay olduğundan değil, ziyan olmasın diye :)))

  5. Görmüş gibi yazmışsınız, ama ben dahil tanıdıklarımın hepsi eskisinden de ince şimdi, hem bu iş ve hayat hiç kolay olmadığı, hem sadece gerçek ve sağlıklı besin tükettikleri ve sürekli hareket ettikleri, hem de belki artık şekile pek kafayı takmadıkları için:)

  6. Paylaşmak, paylaşmak, paylaşmak.İşte hepimizin ihtiyacı olan güç. Hani yazıyor ya bir yerler de (Ödediğiniz vergiler,yol,su,elektrik,hizmet olarak size geri dönecektir???)Yaa işte onun gibi…
    Paylaştığınız değerler size(güç,kuvvet,azim,yeni bilgi,şevk,enerji vs,vs)olarak geri dönecektir.Yoksa gecenin bu saatinde bu yazının zevki olmaz.Doğru zamanda,Doğru yerde,Doğru insanlarlasınız.Her şey gönlünüzce olsun.

  7. Görmüyorum ama az da olsa yaşıyorum 🙂 O mutfaklara o kavanozlar girince kilolar da girmeye başlıyor. Mevsiminde yapılanın lezzetinden ve bereketinden.
    Bir kahve içimi uğramak istiyoruz bir ara ya… bakalım nasıl becereceksek 🙂

  8. Çiğdem hanım, her yer kavanoz dolu ama biz yemek yemeye zaman bulamıyoruz, öğünleri bazen bir iki meyve, çoğu zaman bir domates salatası atıştırıp geçiriyoruz. Ben de yaşadıklarımdan ve görüp tanıdıklarımdan, pek de kaçınmaya çalıştığım halde, bir genelleme yapıverdim, yine yanlış çıktı anlaşılan. Şu “genelleme” huyundan yice kurtulmak lazım:)
    Fırsat bulur da uğrayabilirseniz çok seviniriz.

  9. Yaşadıklarınızı;düşüncelerinizi öylesine güzel özetlemişsiniz ki…Sizler yeldeğirmenlerine karşı savaşan Don Kişot’larsınız… Savaşçı ruhlu,azimli,son derece güçlü kişilikler…”Sanki her şeyin soyunun devamı ondan sorulacakmış gibi tohum çıkarmaya çalışan biri” olmak; bu ruh, sizi ayrıcalıklı ve inanılmaz güçlü kılıyor bence… Siz zoru seçtiniz. Mücadelenizi izlemek bile keyif ve güç veriyor bizlere…

  10. Çok teşekkürler, sözlerinizi iltifat kabul ediyorum.
    Siz linkini vermemişsiniz ama çok kısa zaman önce keşfettiğim, olağanüstü fotoğraflar, harikulade yazılar ve her birinden yepyeni bilgiler edindiğim yazılarınızı içeren blogunuzun linkini bilmeyenler için ben vermek istiyorum:
    http://sutdilimi.blogspot.com/
    Sevgilerimle…

  11. küçükken pek severdim halamın kendi koyunlarının sütünden ürettiği peyniri yemeyi. araya o kadar fazla yalan yanlış besin girdi ki, bizler o göz boyayan uyduruk şeyler yüzünden neredeyse önümüzü göremedik.
    bundan seneler evvel düşünsem aklıma gelmezdi ama şimdi ben peynir mayası ve çiğ süt ile peynir denemeleri planlıyorum.
    tek başıma tüketemem elbet, en azından çevremdekilere belki faydam dokunur…
    sevgiyle.

  12. Ne güzel anlatmışsınız.keşke bende kaçmak istediğim bu keşmekeşlikten sizin gibi doğru şeyler yaparak kaçabilseydim.Sürekli sizi takip ediyorum.Taktir ediyorum.Bahsettiğiniz o kadınlar gibi belki çok somut birşeyler yapıyor görünmüyorum ama bande bir birey olarak bana düşen görevleri yapmaya çalışıyorum.Bazı arkadaşlarım gülüyor,okula giderken elimde geri dönüşüme taşıdığım poşetlerle alay ediyorlar.Etsinler.Ben buna benzer elimden gelen herşeyi yapmaya hazırım.Bu yıl okulda böyle konularla ilgili önayaklık yapmak istiyorum.

  13. Fransa’ya ve bahceli eve tasinmam oglumu burda buyutmek istedigim icindi. Bu sene ilk defa kendi sebze ve meyvelerimi yetistirdim, ogluma tarim ilacsiz urun yedirebilmenin mutlulugu disinda aldigim zevki anlatamam. Saat basi gidip sevdigim fidanlarim, urunlerle doldu tasti ve hatta coklugundan ne yapacagini bilemedim. Herkese minik bir bahce lazim. Bana o kadar tanidik geliyor ki yazdiklariniz. Bahcedeki bir avuc akdikeni recele donusturmem, rastladigim herseyin tohumunu biriktirmem, tatilde gordugum her ccekten tohum tirtiklamam. Minik bahcemdeki yabani otlarda soframa konuk olmaya basladi birer birer. Kara hindibali sirke, murver meyvesinden pelte vsvs. Doga o kadar comert ki…

  14. Sevgili Beste, en iyisini yaptınız, hele ki tarımsal zehirlerin nasıl kullanıldığını,nelere yol açtığını dehşetle farkedenler için bu devirde en büyük zenginlik küçücük de olsa, bir kaç saksılık da olsa bir avuç temiz toprak ve temiz besin. Çocukları en iyi okullarda okut, her türlü olanağı sağla ama ömrüne ömür, sağlığına sağlık katamıyorsan ne fayda.
    Bahçe zevkini bilen ve yaşayanlarla paylaşmak da ne zevk ama:) Hele bir de marifet doğanın cömertliğiyle bir araya gelince ne harikalar çıkıyor ortaya, görüyoruz zaten.

  15. Sevgili Nuray hanım, isteyen gülsün, işe yarayacağını bilsem ben o poşetleri başıma geçirir öyle bile dolaşırım sokaklarda. Yalnız değilsiniz, maalesef henüz uyuyan arkadaşlarınıza karşın sizin gibi, bizim gibi yüzlerce binlerce insan var. En küçük çabamızı bile küçümsememeli bu işe gönlümüzü koymalıyız. Biz, çocuklarımız ve herkesin çocukları bizden uzun ve yaşanmaya değer bir dünyada yaşasın diye uğraşıyoruz. Yılmak yok:)

  16. Nalan hanım, hakikaten yolumuz kaybetmişiz de şimdi sanki aslımıza dönüyoruz.
    Ben de planlıyorum o peynir işlerini ama şu maya işi beni zorluyor. Mayanın da organik olanını mı tercih etmeliyiz, onu nereden nasıl bulabiliriz hala çözemedim. Şimdilik yalnızca Defne K.’in kefirli peynirini denedim, ama “sütdilimi”nin “Sultan Murat Yaylasından bir esinti” yazısından bir kaç geleneksel tarif kaptım, onları denemeyi düşünüyorum.

  17. Defne Hanım şimdiye kadar çok tarator yapmştım ama sizden aldığım tariften sonra artık onlara tarator demiyorum. Bu vesile ile teşekkür etmek istedim. Aynı malzeme robotta ve elde farklı tatlar veriyor ve bir şeye yapanın eli emeği ne çok katılırsa o kadar lezzetli oluyor. Tekrar teşekkürler.

  18. Ne de güzel anlatmışsın, bu uğraşların ne kadar zor olduğunu gördüm, sana çok kolay gelsin canım kardeşim benim … herkesin harcı değil, severek bile yapılsa… sen yaptıkça doğa teşekkür edercesine daha çok veriyor…cömertçe

  19. merhaba,
    cok guzel bir yazi yazmissiniz..biz de su aralar zor ama belki mumkun bir hayali gerceklestirmeye calisiyoruz..bakalim zaman ne getirecek:))
    bu arada, sizin bahcede urettiginiz ama tuketemediginiz urunler icin aklima bir cozum geldi (belki siz zaten cozmussunuzdur ama neyse:))
    size fazla gelen urunleri cevreden bir okulla paylassaniz ve onlara ciftliginiz ve organik tarimla ilgili kucuk bir konusma yapsaniz (fotolari unutmadan)…ingilterede jamie oliver diye bir sef okul cocuklarinin nasil kotu beslendigi ile ilgileniyor…
    http://www.jamieoliver.com/jamies-ministry-of-food/
    mesela teneffus aralarinda yemeleri icin sizin meyvalardan goturseniz..veya sebzelerden evde anneleri ile bir yemek yapsinlar..bunu da okulda bir proje seklinde anlatsinlar..
    selamlar,
    kalifornia

  20. Sayın kalifornia, hayalleri gerçekleştirmek deyince “durmak yok” diyorum, umarım her şey gönlünüzce olur.
    Öneriler için teşekkürler, Jamie’yi yakından izliyoruz zaten, harika işler yapıyor. Bu sene okula olmasa da benzeri bir biçimde dağıttık meyveleri. Gelecek yıl da okulu deneyebiliriz.

  21. Merhaba , Ben Duran BOZKURT
    Daha önceki markamız Ecosorb’ u gördüğümüz lüzum üzerine Wesoorb markası olarak değiştirdik. Bu fuar’a yeni markamızla ve logomuz ile katılıyoruz, yaklaşık üç yıldır ürünümüzü alan, kullanan, faydasını görüp tekrar sipariş veren müşterilerimize teşekkür ederiz. Aynı zamanda Toprak TV ile evlerine, kahvehanelerine konuk olduğum ve bizleri telefonla arayan yaklaşık beş bin kişiye, bayilerimize ve bayi adaylarımıza, Teşekkür Ederim.
    6.ULUSLARARASI İZMİR TARIM FUARI’NA 3. KEZ KATILIYORUZ
    23-26 EYLÜL 2010 iZMİR Stand No : 209 E ( Aynı Yerdeyiz )
    Web sitemiz : http://www.wesoorb.com.tr
    Tel&Fax : 0232 4454549
    GSM : 0532 4502664
    E-mail : [email protected]
    Wesoorb, Yerli ham madde ile Ecotech Tarım Çevre Sanayi ve Ticare Ltd. Şti. tarafından Türkiye’ de üretilmektedir.
    Saygılarımla, Duran BOZKURT

  22. Ne kadar önemli konular bunlar değil mi ve ne kadar az umursuyoruz. Ya da diğer konularla ilgilenmekten kendimize bu soruları soracak hal bulamıyoruz. Sizi hep anıyorum biliyor musunuz. Pazarda Japon armudunu gördüğümde aaa demiştim, Meyvelitepe’de de var onlardan. Ufak mutluluklar işte…

  23. Merhaba,
    Blogunuzla bu gece tesadüfen tanıştım. Bu yazıyı okuyunca da size imrenmeden edemedim. Biliyor musunuz, hep hayalini kurduğum hayatı yaşıyorsunuz şu an. Hep merak etmişimdir insanın kendine ait bir parça toprağı olması nasıl bir histir diye.
    Geleceğe dair aynı endişeleri taşıyoruz, kimsenin aklına getirmediği aslında tüm siyasi zırvalıklardan çok daha önemli olan şeyler bunlar. Bazen insan olmaktan utanıyorum. Sadece kendimizi düşünüyoruz sahip olduğumuz dünyanın güzelliklerine nasıl bu kadar duyarsız ve hor davranabiliyoruz aklım almıyor. Bu kadar sanayileşmemeliydik sanırım.
    O yüzden bence herkesin, hepimizin yapması gerekeni yapıyorsunuz, özünüze dönmüşsünüz, hiç yolunuzu kaybetmiş hissetmeyin, aynı yolda daha emin adımlarla ilerleyin. Modern insan için ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum ama sizin yerinizde olmayı ben şu an sadece hayal edebiliyorum, sizse tadını çıkarmaya bakın 😀

  24. Sevgili Jale Hanım,
    Yazınızı yeni okuyabildim.. Ben de geçtiğimiz Mart ayında “çılgın kalabalıklar”dan kaçıp Çanakkale’nin köyündeki evime kaçabildim.Bir yanda yeni bir yaşama adapte olma, bir yanda yerleşmeye çalışma, bir yandan da bahçemdeki ürünlerle başetmeye çalışma derken keyifle takip ettiğim sitenizi bile takip edemez olmuştum. Birşeyler ancak yerine oturdu ve ben de kendime zaman ayırabilir oldum. Tekrar kaçırdığım yazıları okumaya, internet araştırmalarıma başlayabildim.
    Yazınızı ne kadar sevdiğimi, duygu ve düşüncelerinizi ne kadar paylaştığımı anlatamam.. Hayatında reçel ve turşu yapmamış biri olarak yeni denemeler bana çok keyif verdi. İtiraf ediyorum, bu yaz en büyük aşkım kavanozlar oldu 🙂
    Paylaşımlarınız için çoook teşekkür ederim. Heyecanla yeni yazılarınızı bekleyeceğim.
    çok sevgiler
    inci akalp

  25. Teşekkürler Selen, bazen işler zor gelse de, merak uyandıran yepyeni bir yolculuk gibi.
    Benzer düşünceler içindeyiz demek, oysa bazen hiç kimsenin asıl önemli olanı umursamadığı duygusuna ve umutsuzluğa kapılıyorum.
    Umarım siz de hayallerinizi gerçekleştirme olanağı bulursunuz, daha pek çok gönüllü kadın çiftçiye ihtiyaç var:)
    Sevgiler

  26. İnci hanım, fırın kardeşliğine bir de kavanoz kardeşliği mi eklesek acaba? “Çılgın kalabalıktan uzak” yeni yeriniz, yeni yuvanız ve yeni hayatınızda mutluluğunuzun ve bahçe bereketinizin devamını diliyorum.
    Görüşmek üzere, sevgiler, selamlar…

  27. Gönüllü çiftçi kadın olma yolunda çok minik , titrek adımlarla yürüyen bir ben.. Çocuklarımın geleceğini düşünerek attığım adımlar şimdi şimdi daha kararlı oldular. Bakalım bu yolculuk beni tamamiyle kendi yiyeceğimi yetiştirmeye ne zaman götürecek?
    Teşekkürler yazdıklarınız için, cesaret veriyor.
    Sevgiler
    Y.

  28. Hayatımızı zaten hayvanlara ve doğaya karşı derin bir hassasiyet içerisinde yaşıyorduk.Eşimin işlerinin bozulması üzerine bundan yediyıl önce İzmir in işlek caddelerinden birisinde küçük bir marketi devir aldık içine girmiş olduğumuz gıda sektörü denen insan ve doğa tanımaz ,tek derdi para olmuş canavar ve sizin deyişinizle çılgın kalabalık bizim hayatımızı çekilmez hale getirdi.Bir doğa filmi yada internette okuduğumuz yazı yada video bizi çok etkilemeye başladı bulunduğumuz ortama ait olmadığımızı hissettik.Sürekli güçlenen bu his bizi bir devrime kadar götürdü.Oturduğumuz evimizi satıp kuşadasında 12 dönüm bir toprak satın aldık.Yaklaşık dört aydır burayı sürdürüle bilir yaşam yeri olarak hazırlama çabası içerisindeyiz .Tüm deneyimlrinizi,fikirlerinizi,yöntemlerinizi dikkatlice sürekli okuyoruz .Yazınızda yazdığınız gibi yalnız değilsiniz.Umarız bizde birgün sizler gibi birilerine bir kıvılcım oluruz.

    • Samimi paylaşımınız için çok teşekkürler. Seçiminiz de, bahçeniz de hayırlı, uğurlu olsun. Kolaylıklar ve bol bereket diliyoruz. Sevgiler, selamlar:)

1 Trackback / Pingback

  1. Hamur Hafızası | Meyvelitepe - Çılgın Kalabalıktan Uzak

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*