İnce Bir Çizgi…

Türkiyedeki gündem başka tellerden çalıyor olmasına karşın bir haftayı aşkındır gözümüz kulağımız Japonyada. Sürekli BBC World ve CNN (hakikisi) izlemedeyiz. Twitter’da #jishin_e, bunguman rumuzuyla yazan Yoshi Suzuki, W7VOA rumuzuyla Fukushima bölgesinden yazan Steve Herman dakika dakika neler olduğunu ilk ağızdan verdiler (Bu arada Twitter’ın ne önemli bir iletişim aracı olduğunu da anlamış olduk).

Nükleer santraller ve radyasyon konusu böylece bir kez daha “dünya” kamuoyunda öne çıktı. Bir çok ülke ya yeni nükleer yatırımlarını askıya aldı, kimi bazılarını kapatmayı, kimi var olanların hepsini tekrar gözden geçirmeyi kararlaştırdı. Pek çok ülkede nükleer tehlikenin tamamen yok edilmesini talep eden gösteriler düzenleniyor.

Ülkemizde durum biraz farklı. Bir çok kişi aklının bir köşesinde, keşke olabilseydi yenilenebilir kaynaklarla. Gereken her tedbir alınarak, mevcut teknolojinin en iyi örnekleri kullanılarak nükleer enerji kullanmak, bu memleketin makus talihini yenmesi için tek çıkar yoldur ve çok olağanüstü bir durum olmadıkça, ve büyük ihtimalle nükleer enerji kullanılarak bu ülke pek çok dar boğazı aşar diye düşünüyor.
Bu nükleer karşıtları, risk vs. deyip sanki taş bir duvar gibi nükleer olmaz dedikçe, her şeyde risk var, bunda da var ama herkes biliyor riski ve her türlü tedbir alınıyor diye de düşünülüyor olabilir.

Nitekim, Sn.Başbakanımız da sorulduğunda çok benzer şekilde yanıt verdi. En iyisi yapılacak dedi. “Eninde sonunda her yatırımın bir riski var, öyle olsa hiç bir yatırım yapmamamız gerekirdi, köprüler yapıyoruz, denizaltı tüneller yapıyoruz, yapmasaydık mı” dedi. Kuşkusuz gönülden ve inanarak söyledi.

Görünürde herkes gönülden çevreci. Kimsenin çevre mahvolsun diye bir söylemi yok. Herkes kalbinin derinliğinde iyi niyetli ve benim bundan bir kuşkum yok.

Yalnız çok ince bir çizgi var.

  • Pek çok çevresever, nükleer enerjinin karbon emisyonları bakımından temiz enerji olduğunu düşünür. Oysa, nükleer tesisler, fosil yakıtlar gibi insan eliyle yaratılan bir çevre probleminin yerine bir diğerini getirmekten ibarettir.
  •  Nükleer güç, çok tehlikeli ve kontrol edilmesi çok zordur.
  • Nükleer atık, kalıntı, salınım veya sızıntıların problemsiz bir şekilde bertaraf edilmesi mümkün değildir. Bu anlamda nükleer yatırımların ve radyasyonun geri dönüşü yoktur. Başladıktan sonra, ya da bir problem olduktan sonra, pardon, hata etmişiz, bunu yok sayalım denemez.
  • Nükleer güç emniyetli değildir. Bizimki üçüncü nesil olacakmış, bir şey olmayacak yaklaşımı doğru değil. Emniyet bakımından insanlık o kadar iyi olsaydı ikinci nesil de üçüncü de olmazdı. Kuvvetle muhtemel dördüncüsü, beşincisi de olacak. Belki altıncısını yapmaya gerek kalmayacak (!)
  • Nükleer kazaların olma olasılığı uçak kazalarından, köprü yıkılmalarından, hatta tüpgaz kazalarından çok daha fazla.
  •  Uçak kazası veya köprü yıkılması, o anda, içindekini veya üstündekini etkiler. Nükleer kaza yüzlerce kilometre ötesini, yıllarca etkilemeye devam eder. Tahribatın ve zararın ölçüsü mukayesesizdir. Fiziksel olarak hiç etkilenmeyenlerin bile dehşete düşmesine ve dehşetle yaşamasına sebep olur.
  • Maliyet hesaplarında, hiç de ucuz olmamasına rağmen sadece yatırım maliyetleri hesaplanır. Oysa kazalar, atıklar, sızıntılar ve bunların yarattığı etkilerin, ölüm ve hastalıkların maliyetleri hesaplanmaz. Bunları insanlar sessiz sedasız öder. İlk ödeyenler de bu gibi tesislere en yakın olanlardır.
  • Nükleer güç, yenilenebilir kaynaklara yatırım yapılmasını, geliştirme çabalarını, engeller veya yavaşlatır.
  • Nükleer güç, enerjinin yerinde ve verimli kullanılmasını engeller. Nükleer güce sahip olma hayali bile bunları engeller. Tüketimi hesapsız bir şekilde pompalar.
  • Nitekim ülkemizde ilgili devlet birimleri önemli etüdler yapmış olmasına rağmen bunların hayata geçmesi yönünde bir faaliyet mevcut değil. 30milyar kWh şebeke kaybının önlenmesi yönünde bir çalışma, enerji dağıtımının akıllı şebekeler üzerinden yapılması için somut bir program görmüyoruz. 30milyar kWh, kaç nükleer reaktöre eşit acaba?
  • Nükleer enerji, tek noktadan beslenen ve kayıpları yüksek grid sistemlerini teşvik eder, dağıtık ve nisbeten küçük kaynakları değil.
  • Bazen dünyayı bilinenlerden daha çok bilinmeyenler yönetir. İnsanlığın teknolojik  ilerlemesi, henüz ilkelliğini yaşayan medeniyete göre çok ilerlemiş, insanlığı ve gezegeni tümden yok edecek seviyeye gelmiştir. Ama buna rağmen mükemmel olmaktan çok çok uzaktır.
  • Nükleer güç, insanlığın doğa ile savaşının, doğayı değiştirme çabasının bir ürünüdür. Ancak doğa her zaman kazanır. İnsanlar, doğanın iki nefes arasındaki boşluğunda kazandıkları yanılgısına düşer. İnsanlık günün birinde eski felsefelerde olduğu gibi, doğa ile barışmaz ise doğanın insanlığı (yine insanlara yaptırarak) yok etmesi kaçınılmazdır.
  • Kimsenin Tanrı ile, bilinmezlik ile mukavelesi yoktur. Mükemmel tasarımlar insana ait değildir. Nükleer güç gibi geri dönüşü olmayan, onlarca, yüzlerce nesili kapsayacak şekilde jeolojik takvimi ilgilendirir boyuttaki bir riski gerçek mânada yönetecek bir prosedür mevcut değildir. Tasarım hatası, insan hatası, mekanizasyon hatası, malzeme hatası, doğanın bilinmezlikleri, terör, sabotaj, savaş vs. bunların hepsi mümkündür.
  •  Böyle bir gücün ne tesisinde, ne kullanımında kimse güvenilir değildir. Japon enerji bakanının radyasyonlu sardalyayı televizyonda yiyerek, bakın nasıl da yeniyor diyeceğini tahmin etmem. Ancak kültürel olarak en açık sözlü bilinen Japon toplumunda bile, santral işleticilerinin geçmişte yalan söyledikleri, bir takım önemli problemleri gizledikleri anlaşıldı. (Bu şirketin Fukushima santralinin inşaa edicisi ve işletmecisi olduğunu, aynı zamanda Sinop’da inşaa edilecek santralin de bu şirkete verilmiş olduğunu hatırlayalım)
  • Nükleer gücün şöyle ya da böyle ortaya çıkmasının etkileri hesapsızdır. Yakındakini öldürür, uzaktakini kanser yapar, yiyecek zincirine bulaşır, kimsenin hiç bir şeye güveni kalmaz.

Bu ince çizgiyi algılayıp içselleştirmenin okumuşlukla ya da okumamışlıkla bir ilgisi yoktur. Sezgilerimizi ve sağ duyumuzu dinlemenin yeterli olduğunu düşünüyoruz.

8 Comments

  1. Sağlıklı insanlarının tomografilerle check up yapıldığı bir ülkede daha çok bilinçli insanlara ihtiyacımız var.
    Teşekkürler, gündem hakkında çok güzel bir yazı olmuş.

  2. Bir sistem tasarlanirken iki turlu yaklasilabilir:
    1. fail-safe (olasi bir cokusu onlemeye calisan bir sistem)
    2. safe-fail (cokusten kolayca ayaga kalkabilecek bir sistem)
    Dogada sistemler, organizmalar safe-fail’dir, sistemlerin illaki cokecegi kabul edilir ama tahribatin etkilerinden kolayca ayaga kalkabilecek sekilde evrilir. Mesela ayagi kopan bir orumcek, kuyrugu kopan bir kertenkele hayatina devam edebilir. Ama insan yapisi sistemlerde nedense enerji olasi felaketleri onlemek icin harcanir. Ben doganin yaklasiminin hayatta kalma acisindan daha dogru oldugunu dusunuyorum.
    Bugun konusuluyordu, eger tsunami sirasinda gelen dalgalar icin yapilan duvar 1.2 m daha yuksek olsaymis bu felaket onlenebilirmis. Bir sonraki tsunaminin 1.3 m’lik dalgalar yaratmayacaginin garantisi nedir?
    Kisaca demem o ki, onceligimiz safe fail sistemler yaratmak olmali, eger yaratamiyorsak o sistemi insa etmemeliyiz. Bir nukleer santralin safe fail seklinde insaat edilebilecegine dair inancim ise pek zayif.

  3. Yazınız çok güzel olmuş elinize sağlık
    Türkiye için en büyük tehlike bence yeni kurulacak santral ve işletilmesi değil hemen yanı başımızda sınırımızda bulunan Ermenistan’daki Metzamor Nükleer Santrali’dir.O bölgede görev yaptığım dönemde sınırda uzaktan gördüğüm santral kanımı dondurdu çünkü sovyetler zamanında kurulmuş bir santral ve çok eski.Bir ara işletmeye ara verdi ancak Ermenistan ekonomik sıkıntılardan dolayı yeni yatırımlara bütçe ayıramadığından işletme maliyetleri ve tüm tehlikeleri göze alarak yeniden santrali açtı.Acaba Türkiyenin doğusunda diyemi insanların veya hükümetin sesi çıkmıyor.Burada olası bir nükleer sızıntıda tüm bölge etkilenecek.Ve ermenistanın da buraya müdahale etmeye gücü yetmeyecek.

  4. Yazı için teşekkürler. Yalnız bildiğim kadarıyla daha netleşmemiş bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
    (Bu şirketin Fukushima santralinin inşaa edicisi ve işletmecisi olduğunu, aynı zamanda Sinop’da inşaa edilecek santralin de bu şirkete verilmiş olduğunu hatırlayalım)
    Bildiğim kadarıyla anlaşma yapılmadı. Hatta Fransızlarla yapılan görüşmeler mevcut. Acaba elnizde bu konuyla ilgili bir yazılı kaynak var mı? teşekkürler..

  5. Kesinleşip kesinleşmediğini bilemeyiz. Böyle bir yazılı açıklama yapılmadı. Ancak, yazıdaki linkte verdiğimiz Reuters’in haberine göre japonyadaki felaketin devam ettiği esnada Ankara’da Sinop için Tepco ile toplantılar yapılıyordu.

  6. Yazılarınız için teşekkürler, uzunca bir süredir sizi takip ediyorum, zaman zaman da mailleşmiştik sebze adaları için..
    Çok önemli bir konuda yazmışsınız; fakat anlamadığım gelişmiş ülkeler bunu kullanıyorlar, biz de ise her şeyi elimize yüzümüze bulaştırdığımızdan mıdır nedir bilinmez karşı çıkılıyor?
    Ayrıca Yalovaya Vopak getiriliyor, ki ben buna tahammül dahi edemiyorum..Hem koskoca bölgeyi tehlikeye atıyorlar, hem de elin çöplüğü oluyoruz.
    Yazılarınızın devamını bekliyorum…>Selamlar

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*