Dünden Bugüne – 2

Evet, nerede kalmıştık? 2007 Sonbaharında. İnşaat işi bitince zeytin hasadı zamanı, dolayısıyla bizim de nasıl zeytin salamurası yapılacağını düşünme zamanımız gelmişti. Az tuzlu, yoğurt suyundaki laktik asit bakterileriyle aşılanmış fermentasyon denememizin olumlu sonuç vermesi bu konuda kendimize güvenmemizi sağladı.

Geceler boyu döküman taradığımızı hatırlıyorum. Yerli kaynaklarda çok fazla tuz kullanılıyordu, İtalyan ve İspanyol yöntemlerinde de kostik kullanılıyordu. ZAE’nin bir deneme dökümanında laktik asit fermentasyonundan söz ediliyordu, yurt dışı kaynaklı başka bir dökümanda da bakteriyel fermentasyonda tuzluluk sınırının %8 olduğu, bu oranın üzerinde mayaların işe dahil olduğu yazılıydı. Bizimki biraz bu gibi bilgilerin mantığımız çerçevesinde birleştirilip yorumlanması oldu.
150 kilo hurmayı elden çıkardıktan sonra kalan 3-5 kilo ile hurma kurutmayı keşfetmemiz de yine bu döneme denk geliyor. Hurmadan neler yapılacağı konusunda batılı kaynaklarda bir şey bulamayınca, eşimin “persimmon” sözcüğünün Japon alfabesiyle yazılışını bulup doğu kaynaklarından aradığını hatırlıyorum. Zaten hurma kurutma yöntemini de öyle bulabilmiştik.
Bu az miktarda hurmayı kurutup tadına baktıktan sonra hurmaları verdik diye epey hayıflanmıştık. Sonraki yıllarda hem burada hem de ağaçlar.net forumdaki yazışmalarla binlerce kişi önce az biraz, sonra çok daha fazla hurma kurutmaya başladı. Hurma zamanı artık köyde bile balkonlara asılmış dizi dizi hurmalar görmek sıradan hale geldi.

2008 yılı, meyve fidanlarını diktiğimiz, tohum yetiştirme seramızı yaptığımız, ilk nesil evladiyelik tohumlarımızı edindiğimiz, kompost yapmayı deneye yanıla öğrendiğimiz, zehirsiz ve kimyasalsız bir bahçe nasıl ayakta tutulacağını keşfetmeye çalıştığımız bir yıl oldu.

Öğrenmenin sonu yok, ama önce anlamaya başlamak gerekiyor. Anlamaya başlayınca arkasından binlerce soru geliyor. Her yanıtlanan soru ise başka bir dizi soruyu getiriyor. Bilgi açlığı ile her kaynağa saldırdığımız, bulduğumuz her bulguyu doğrulayabilmek için geceler boyu okuduğumuz bir yıldı. Aslında şimdi de öyle ama artık daha planlı bir öğrenme sürecimiz var. Artık, önümüzdeki günlerde ihtiyaç duyacağımız bir şeye odaklanıp başka yerlere sapıp (pek) kaybolmadan araştırma yapabiliyoruz.
2008 ilkbaharının bir önemli olayı da bizim ünlü bahçe fırını idi. Memleket fırın dolu ama bir türlü fırının nasıl yapılacağı, malzemesi, tekniği, ölçü ve orantılarının nasıl olması gerektiğini bulamadık. Biz de bulabildiğimiz en doyurucu kaynaktan yararlanıp “Pompei” tarzı bir fırın yaptık. Ev inşaatı yetmezmiş gibi, bizim fırının inşaatını da adım adım yayınladık. Böylece bilmeden başka bir yaraya daha merhem olduğumuzu ise, bize ulaşan geribildirimlerle farkettik. Bu bilgilerden yararlanarak pek çok fırın yapıldı. Bir çok takipçimiz fırın yazılarının dışında bizimle irtibata geçip sorular sordular. Fırınlarını tamamlayanlardan bazıları fırınlarının hikayesini göndermeye başlayınca Fırın Kardeşliğini kurduk. Pek çok fırını hikayesiyle, yapım adımlarıyla yayınlayarak nette, Türkçe dilinde, epey geniş bir fırın külliyatı oluşmasına yardımcı olduk.

Üzerinden o kadar zaman geçmesine rağmen fırınla ilgili yazılara ilgi istikrarını hiç kaybetmedi. Günlük ziyaretçilerin ortalama %30’u hâla fırın konusunu inceliyor.

2009 yılının ilk aylarında, önceki yıl neler yaptık, ne sonuç elde ettik, daha iyi nasıl yapılabilirdi düşünme ve araştırma fırsatımız oldu.
Önceki yıl zararlı mücadelesinde sadece “neem” ağacından elde edilen “azadirachtin” isimli organik ilacı kullanmış, kısmen başarı elde etmiştik. O zamanlar zararlı ile mücadele etmemiz gereken ana ürün zeytin olduğu için zeytine odaklanarak araştırmalar yaptığımızda biri zeytin güvesi ve her çeşit tırtıla karşı biyolojik önlem, diğeri ise zeytin sineğine karşı önleyici ve uzaklaştırıcı olmak üzere iki malzemenin birlikte kullanımını kararlaştırarak 5 Nisan 2009 tarihinde 2009 yılı stratejimizi belirlemiş olduk.

Böylece Kaolin Kili, o güne kadar sadece sıcak bölgelerde güneş yanıklarına ve ısı stresine karşı kullanılan bir önlem iken pek çok
zararlı için önleyici ve pestisit kullanımını azaltan veya tamamen kaldıran etkili bir malzeme ve yöntem olarak bilinirliğe kavuştu. Her ne kadar sonrasında ortalık epey bir toz duman olduysa da kullanılan zehirli pestisitlerin azaltılmasında önemli bir kilometre taşı oldu. Umuyorum bu toz duman sebebiyle güven kırılıp pestisit kullanımı hız kazanmaz.

Önceki yıl bahçemizde sebze yetiştirirken nasıl daha iyi yapabiliriz diye epey düşünmüştük. Uzun vadede olması gereken toprağımızın organik maddesini arttırmak, kimyasal ve pestisit kullanmadığımızdan toprak canlılarının artarak doğanın bizler için sağlıklı ürünler verebilecek, kendi devamlılığını sağlayabilecek dengesini kurmaktı.

“Doğal Tarım” zaten bu anlama geliyor. Organikler de dahil hiç bir girdi kullanmadan, ne ekilip biçileceğini, hangi bitkinin nerede olacağını dahi doğaya bırakan bir yaklaşım. Bu günlerde oldukça kafa karıştırdığı da muhakkak. Sadece kimyasal gübre ve sentetik pestisit kullanmamak doğal tarım yapmak anlamına gelmiyor yani. Günün birinde “doğal tarım”a ulaşmayı hedefliyoruz, ama henüz epey uzağındayız.

Bunu yıllara yayılan, adım adım ulaşılan bir durum olarak hedefliyoruz. Fakat, kısa vadede de yapılabilecek şeyler olmalıydı. Belki bunu tesis ederken girdi kullanıp, biraz emek harcamalı, doğanın kendi iç dinamiklerini kontrollü olarak çalıştıracak bir ortam yaratmalıydık.
Kış aylarında uzun araştırmalar sonucunda, yüksek oranda organik madde içeren malzemeyle doldurduğumuz yükseltilmiş yastıklar, bunların içine kontrollü ortamlar olarak doğayı taklit edebilecek canlı popülasyonunu yerleştirmek veya davet etmek, ve doğadakine benzer bir yaklaşımla biribirlerini seven bitkileri kardeş kardeş yerleştirmek iyi bir başlangıç olabilirdi. Bahçenin atıklarından yaptığımız kompost ve EM teknolojisiyle yaratılan yeni ortamda mikroorganizma popülasyonunu başlatmak önemli araçlar olacaktı.

Sebze adaları fikri böyle doğdu. O yaz
düşüncemizin doğru olduğunu gördük. Küçücük net bir alanda, o güne kadar hiç görmediğimiz şekilde büyüyüp gelişen, mükemmel lezzet ve miktarda sebzelerimiz oldu.

Sebze adaları deneyimimizin önceden planlamadığımız başka bir çok getirisini daha gördük. Yükseltilmiş yastıklar çalışmayı çok kolaylaştırıyordu. İçindeki toprağı kazmamız, tillememiz gerekmiyordu. Hiç bir alet kullanmadan parmaklarımızla her şeyi yapabiliyorduk. İlk başta döşediğimiz damlama sulama borularını söktük, çünkü hiç gereği kalmamıştı. Çok az bir net alan suladığımız için çok az su kullanıyorduk ve çok kolaydı. Sürdürülebilir bir ortam yaratmıştık, sonbaharda baklagil ekerek toprağı hiç boş bırakmadan sürekli ürün alabiliyorduk ve yeni girdiye ihtiyaç olmuyordu.


Küçücük bahçelere bile aldığı kadar sebze adası yaparak az yerde, kolayca ve çok ürün almanın mümkün olduğunu görmüştük. Topluma olabilecek etkileri bakımından bu bizi heyecanlandırdı. 22,5 m2 net alana sahip 9 tane adada normalde bir dönümde alınabilecek kadar çok, güzel ürünler almıştık. Nitekim takip eden zamanda ülkenin bir çok yerinde, bilebildiğimiz kadarıyla yüzlerce sebze adası yapıldı, insanlar yiyeceklerini üretebilecekleri konusunda cesaretlendiler. “Sebze Adası” bir kavram ve yöntem olarak bilinir hale geldi.

Ertesi yıl sebze adalarını daha planlı ve toplam net alanı 4-5 misli arttırarak kendimizce küçük bir sebze kompleksi haline getiren sebze parkına terfi ettirdik. Burası, 4 adayı içine alan, mevsimi uzatmak ve erken başlatmak amaçlı bir sera, sıcak günlerde çalışırken yukarı, eve çıkmadan girip dinlenebileceğimiz, küçük öğle şekerlemelerine uygun serin bir kulübe, kolayca ulaşılabilen sulama muslukları vb.den oluşan sulama sistemi vs. gibi, hareket ekonomisine uygun, ergonomisi oradaki sebzeler ile uğraşmayı kolaylaştıran bir ortam oldu.

Bu sürede, sebze adalarında kullandığımız yüksek organik maddeli karışımı ve toprak içi canlıları daha iyi tanıma, zaman geçtikçe toprağın devamlılığının nasıl sağlandığını anlama, verdiğimiz doğal bitki besin maddelerinin, ağır bir ürün alma döneminden sonra dahi, toprağı olumsuz etkileyip etkilemediği gibi detaylar ile uğraştık.


Toprağı hiç boş bırakmadan ekmek demek, gerek aynı anda birlikte dikilen bitkiler, gerek hangi bitkilerin birbiri ardına ekilebileceği, sayısı neredeyse milyonlara varan kombinasyonlar ve her birinin farklı sonuçlar vermesi muhtemel bir durum anlamına geliyor. Varmaya çalıştığımız nokta ise, toprakta hiç bir yeni girdi kullanmadan, toprak verimliliğini kaybetmeden elde edilebilecek, gerçek sürdürülebilirliğin sırlarından bir kaç kırıntı yakalamak.

Doğal ve sağlıklı topraklarda zaten bulunan mikoriza mantarlarını kendi yaptığımız, doğada çok daha uzun bir sürede gerçekleşeceğini düşündüğümüz bir işlemi hızlandırarak, sebze adaları ortamında iki yıllık süre içinde
deneyip görme şansımız oldu. “Bu mantarlar bir kez bir ortama gelip yerleştiğinde, üzerindeki bitkiler değişse bile toprakta kalıcı olup, yeni bitkilerle de birlikte yaşama giriyorlar mıydı?” “Kontrollü bir ortamda, yine doğayı taklit ederek mikoriza mantarı üretebilir miydik?” vs. gibi konular için epey zaman ve emek harcadık. Bu gibi çalışmalar hala devam ediyor.

Artık yeni bir yaz sezonunun başlangıcındayız. Bugüne kadar oluşturduğumuz birikimin üzerine yenilerini katmak, önceden yapılan bir şeyin daha iyisini bulmak, kendiliğinden gelen bir şey oluyor genellikle.

Meyvelitepe’de tüm bu pratik bilgi ve deneyimlerin yanısıra hayata bakışımızı oldukça etkileyen pek çok şey öğrendik, öğreniyoruz.

Bundan sonrasını ise, sağlığımız elverdiği, ömrümüz olduğu sürece, bize lütfedilen bu şansa şükrederek, kah merakımıza yenilerek, kah işleri oluruna bırakarak ve hergün gözlerimiz önünde gerçekleşen mucizelere şaşırarak, iyilik ve güzelliklerle yaşamayı ümit ediyoruz.

16 Comments

  1. Emeklerinizi hayranlıkla, saygıyla, takdirle, öykünerek, öğrenerek izliyorum. Paylaştığınız tüm bilgiler için sonsuz teşekkürler.

  2. Güzel bir yazı . Hani günün modası dizilerin başında özet yapılıyorya sizinki de bir çeşit geçmişin özeti olmuş. Güzel de olmuş. Biz sizin dizinizi severek izliyor, yeni bölümleri merakla bekliyoruz. Açıklamalarınız zehirsiz, sürdürülebilir üretimde yol gösterici oluyor. Öncekilere ek olarak sanırım sıradaki konular arılar ve tavuklar olacak. Bekliyoruz. Selamlar. Sevgi ile kalın.

  3. Sayın Meyvelitepe
    İnanın sitenizi tıklayıp yeni bir yazıyla karşılaştığım an, delisi olduğum toprak ve bahçecilik adına yeni bir şeyler duyup öğreneceğim diye heyecanlanıdualar yorum. Artık bir bağımlılık oldu. Bana göre bu zevk ve coşku, ne bir dizide, ne de başka hiçbir hobbyde yok. İnsanlar istifade etsin diye yapılan Sebiller, Köprüler vb. hayır müesseseleri vardır. Sahiplerine dualar gider kullanıldıkça.
    Bizim burada öğrendiklerimiz, en kıymetli varlık olan insanın direkt hayatını, sağlığını, soluduğu havayı, yediğini-içtiğini ıslah etmeye yönelik kıymetli bilgiler. Bunlar artık “Meyvelitepe Öğretileri” diye anılmalı. Toprağa hizmetinizin bereket ve hayrını göreceğinize inanıyorum. Sağlığınıza ve enerjinize dualarımla…

  4. Sitenizin bir bölümünde kendi kullandığınız markaları tavsiye ettiklerimiz diye adlandırsanız bu yanlış anlama ve piyasadaki yanlış pazarlamaların bir nebze önüne geçilebilir bence ? Aslında bizde aynı hataya düşmüştük.

  5. ebruland’in yazdıklarına harfiyen katılıyorum. Denildiği gibi, tüm anadoluyu sebillerle donatmış gibisiniz. Hem iyiniyetiniz, hem paylaşımlarınız ve hem de emekleriniz için çok teşekkürler. Bir ‘külliyat’ oluşturmak üzeresiniz bence. Meyvelitepe’niz kadar değerli bir külliyat. Tebrikler.

  6. Teşekkür ederiz,
    Bu güne kadar bir çok yazı yazmışız. İncir çekirdeğini doldurur mu bilmem. Kendimizce bir muhasebe yapalım istedik.

  7. Sn.Ebruland, güzel sözleriniz için çok teşekkür ederiz. Az bile olsa yerini bulan küçük bir bilgi kırıntısının, minnacık bir deneyimin çok değerli olduğunu biliyoruz. Fakat bizi en mutlu eden, doğa sevgisi, bitkiler, sağlıklı ürünler, insanların kendi yiyeceklerini üretebilecekleri konusunda cesaret vermiş olmak. Tek bir kişiden bile böyle bir etkileşimi duymak hiç bir emeğimizin boşa gitmediğini anlatıyor bize.

  8. Gökhan bey, yeri geldiğinde söylüyoruz, bazen bir yerlerde kayboluyor olabilir. Fakat reklam yapar gibi yazmaktan da rahatsızlık duyuyoruz.

  9. Sayın Meyveli Tepe Emekli olup kendime yıllardır özlemini duyduğum gibi bir köyde küçük bir tarla satın aldım. Bütün hayalim yeni bir yaşına giren torunumun dalından meyve yemesi, organik ürünlerle beslenebilmesi, toprakla haşir neşir olması.
    Tarlanın üzerine küçük ev yaptırmak üzere bir Müt. ile anlaştım. Projem bitmek üzere. Bu arada ortada ev yok ama ben heyecanla tarlama gidip geliyorum. Mart ayında 6-7 meyve fidanı diktik. Hepsi yeşillendi. Şimdi de biraz domates, biber, patlıcan v.s. sebze fidesi diktim. Akşamları internette gezinirken ağaçlar.netden sizi buldum ve yazılarınızı okumaya başladım. Eğitimim teknik alandaydı. Tarımla uzaktan yakından ilgim yok. Ama sayenizde yazılarınızdan bir şeyler öğrendikçe konuya merak sardım. Her akşam okuyorum. EM., Kaolin, kardeş bitkiler nedir bilgi dağarcığıma girdi. Bahçeme yapmayı daima hayal ettiğim fırını sizin yazılarınızda buldum. Umarım bende bir gün yaptırmayı başarırım. Sizi okumaya devam edeceğim. Paylaştıklarınız ve paylaşacaklarınız için şimdiden teşekkürler.

  10. İnsanlar öğrendiklerini genelde başkalarıyla paylaşmazlar,siz (her iki meyvelitepe sahibi için söylüyorum) bu bilgilerinizi paylaşarak bence başkalarına da çok güzel örnek oluyorsunuz.Paylaşımlarınız için çok teşekkürler :))
    Fırın yapımı hakkında sizden çok şey öğrendim, umarım bir gün uygulayabilirim :))

  11. Sizler tüm bu anlattıklarınızı el yordamıyla, deneyerek bulup bizlerin kolayca yararlanmasını ve zevkle okumasını sağladınız ya hayatta hep yüzünüz güler umarım.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*