Bir kurda, bir kuşa, bir de bana…

“Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak doğuda, Hint ellerinde, küçük, mütevazi kulübesinde ailesiyle yaşayan, geçimini çiftçilik yaparak sağlamaya çalışan bir adam varmış. 80 dönümlük arazisinde misket limonları, hint ayvaları, pamuk ve bir de Mucize ağaç, Moringa yetiştirirmiş. Her ne kadar güneş altında, günün akşamına çalışıp çabalasa da, kendi yağıyla kavrulabildiği için, halinden memnun yaşayıp gidermiş.

Günün birinde dünyaya hakim olmaya kararlı doymazlık bulutu, kimseye farkettirmeden Hint ellerini de yavaş yavaş sarmış. Bilmeden bulutun etkisine giren çiftçi başlamış kara kara düşünmeye “ne yapmalı ne etmeli de daha çok ürün alıp, daha çok kar etmeli” diye. Aynı derde düşen diğerleri de eski alışkanlıklarını bir yana itip, daha çok verim, daha çok para getireceği söylenen sözümona cins tohumlar satın alıp ekmeye, kimyasal gübreler kullanmaya başlamışlar. O zaman, o da atalarından kalma bilgeliği ve tohumları elinin tersiyle itip, dişinden tırnağından artırdığıyla bu yeni tohumlardan, kimyasallardan almış.

Gücü yetip alabildikleri az ve pahalı olunca, eskiden beri babasından öğrendiği yöntemleri de bir kenara bırakmış. Artık atalarının aksine, ne ekerken  ne de hasat ederken kurdun, kuşun hakkını gözetir olmuş. Hatta açgözlülük gözlerini öylesine bürümüş, aklını öylesine bulandırmış ki, yeni tohumlarının da ürünlerinin de bir lokmasını bile kurda, kuşa kaptırmamak için dişinden tırnağından artırdığıyla toprağını,
ürününü yeni tohumlarla birlikte gelen öldürücü zehirlere bular olmuş. Gel zaman git zaman, ne bahçesinde bereket, ne toprağında kuvvet, ne ahırında inek, ne cebinde metelik, ne bedeninde kuvvet, ne de gözlerinde fer kalmış. İstediği olmuş, kurt, kuş gitmiş gitmesine ama, giderken günden güne fakirleşen çiftçinin elinde avucunda ne varsa onu da götürmüş. Daha çok kazanma hevesine yenik düşüp, iyiden iyiye borca batan çiftçinin uykuları kaçar, geceleri açlıktan midesi guruldar olmuş.

Kara kara düşünerek yine sabahı sabah ettiği bir gün, iki tekerlekli motor bisikletiyle, elinde avucunda olmayanla, borca biraz daha kimyasal ve zehir almaya giderken yolda yaşlı mı yaşlı, bilge bir kişiye rastlamış. Üstünde bir parça çuldan başka giysisi olmayan bilge ihtiyar, bir ağacın gölgesine oturmuş pür dikkat ona bakıyormuş. Mecburen motorunu durdurup, selamlamak üzere fakirin yanına yaklaşmış. İhtiyar delici bakışlarla uzun uzun yüzüne bakmış, sonra da elindeki bohçadan eski, püskü bir kitap çıkarıp uzatmış ve “işte derdinin çaresi burada, sabırla oku, sabırla doku” diyerek kitabı bırakıp gitmiş. Çiftçi şaşkın, elinde kitap fakirin arkasından bakakalmış. Bu olaydan çok etkilenen çiftçi her işini bir yana bırakıp doğruca bahçesine gitmiş, kendine bir ağaç gölgesi seçmiş ve başlamış atalardan kalma, kadim yadigarı okumaya.
O gün, orada karar vermiş, bundan böyle atalarının yaptığını yapacak, kurdun kuşun hakkını da ayıracakmış. O yıl sabırla okuduğu kitaptaki tariflere uyarak ekmiş atadan kalma  tohumlarını ve yine o tariflere göre kendisi yapmaya başlamış gübresini, ilacını. İneğin gübresinden, idrarından, arıların balından faydalanmış, solucanları yeniden işe almış. Çalışmış çabalamış, fakirin dediği gibi sabırla okumuş, sabırla dokumuş. Günden güne bahçesine de, kesesine de, sofrasına da yeniden bereket gelmiş, verimi yarı yarıya artmış. Yeni tohumlara, kimyasala, zehire yan gözle bile bakmayınca, masrafları da yarı yarıya düşmüş. Artık cebi boş kalmaz, uykuları kaçmaz olmuş. Üstelik zehirler, kimyasallar yüzünden hastalıktan kırıldıklarını farkeden insanlar onun ürünlerinin peşinden koşmuş. Öyle ki toprağıyla, kurduyla, kuşuyla barışan çiftçi günden güne zenginleşmiş, eski, emektar motorunun yerine bir bisiklet, bir otomobil hatta bahçesine iki de traktör almış. Hatta ahırına 10 tane inek almayı da kafasına koymuş.

Dünyaya hakim olmaya çalışan doymazlık bulutu mu? O hala havada asılı duruyor, lakin artık gözünü açabilen onun etkisinden kurtuluyormuş.”

Derler ki “masallar, tamamen hayal ürünüdür, fantastik ve ütopik olaylar üzerine kurulur, gerçeklere ancak ucundan kıyısından dokunur.” Yukarıdaki öyküyü bazen gerçeklerin tıpkı masallar gibi hayali, ulaşılmaz ve şaşırtıcı görünebileceğini vurgulamak üzere birazcık masal öğeleriyle süsleyerek anlattık. Bu öykünün en ilginç yanı, kulağa ne kadar fantastik ve masalsı gelirse gelsin, gerçek olması.

Öykümüzün kahramanı 35 yaşındaki, Umesh Vishwanath Chaudhari. Pestisit ve kimyasallara harcadıkları yüzünden battığı borç batağından, Hint usulü, kadim “Vedik biliminin organik tarım teknikleri hakkında yazılmış” bir kitaba rastlayınca kurtulmuş. Şimdi organik çiftçilik yapıyor ve “inek gübresi, idrarı, bal ve solucan kompostu  gibi malzemelerle doğal gübreler ve böcek ilaçları yapmaya başladı. O zamandan beri, verimi ve geliri %40 arttı ve solucanlar toprağına geri döndü” diyor kaynağımız.
Bir başka örnek ise “Udday Dattatraya Patil, 43 yaşında, ziraat mezunu, kimyasal gübre fiyatlarındaki artışa bağlı olarak ekinlerinde besin yetersizliği ortaya çıkınca organik tarıma geçmiş. Yetiştirmekte olduğu muz mahsulü hava sıcaklığındaki dalgalanmalar ve iklim değişikliğinden etkilenerek bozulmuş. “ Muzlar ısı değişikliğine karşı çok hassas olduğundan %20’si ziyan oldu. Organik muzlar buna dayanabiliyor. Artık hiçbiri ziyan olmuyor” diyor Patil. Şimdi 40 inek ve boğası var, bunların dışkısını solucanlı gübre yapımında ve doğrudan gübre olarak kullanabiliyor. Verimi %20, geliri ise %30 artmış.

Çay molasında bunları yardımcımız İsmail beye de anlatırken, gözlerini karşı tepelere, mutlu geçmişe dikerek başladı anlatmaya: Eskiden bizim buralarda, bahar gelince inek, koyun, kuzu, keçi, eşek sesinden durulmazdı. Her evin hayvanı vardı. Ne gübreye ne de yeme para verirdik. Hayvanlarımız toprağı, toprak onları, hepsi de bizi beslerdi. Üstelik kışın evlerimizin alt katında uyudular mıydı, üst katta yorgan örtmeye hacet kalmazdı, evimiz sıcacık olurdu, ot yedikleri için dışkıları da öyle şimdiki suni yem yiyenlerinki gibi pis kokmazdı. O zaman bir el ver dedik mi herkes koşardı, şimdiki gibi gösteriş yarışı yerine yardımlaşma vardı. Çok güzel günlerdi” dedi özlemle.

O zaman, okuduğum yazıda, Mukesh Gupta‘nın “Avrupa’nın aksine, Hindistan’daki modern çiftçilik devrimi çok eski değil, dolayısıyla modern kimyasal girdiler olmadan tarım yapma bilgisine hala sahipler” sözleri geldi aklıma. Zarardan dönmek için henüz bize de yol yakın, o günlerin bilgisine sahip çiftçilerimiz hala hayatta çok şükür.

Pek çok çiftçi, başlangıç sürecindeki verim düşüşünden korktukları için bu sıçramayı yapmaya gönüllü değiller; iyi sonuçlar genelde üç yıl sonunda alınıyor. Öte yandan Morarka’ya göre organik pazarı yılda %500 ila %1000 büyüyor, fakat şimdilik gıda piyasasının yalnızca %0.1’ini teşkil ediyor.”  Morarka Vakfı, Hindistan’da organik tarım konusunda araştırma, geliştirme yapan, kar amacı gütmeyen bir vakıf. Aklıma hemen Buğday Derneği geliyor, seviniyorum.

Mumbai’de her hafta üreticilerin doğrudan tüketicilere satış yaptığı organik bir pazar düzenleyen Kavita Mukhi organik gıda konusunda farkındalığın artmasına çalışıyor. “Yaygın bir pazarlama ağı veya yararları hakkında yeterince bilgi sahibi kişi yok” diyor. İstanbul’da çeşitli semtlerde insanımızın ayağına gelen ekolojik pazarları düşünüyorum hemen. İstanbul’da yaşayan, tanıdığım, tanıştığım insanlara bunu söylediğimde, ilk tepkileri “organik pazardaki ürünlerin gerçekten organik olup olmadığını nereden bileceğiz” oluyor. Normal gıda pazarında nasıl kıyasıya pazarlık edildiğini, buna karşılık sorgusuz sualsiz menşei sorulmadan gıda alışverişi yapıldığını, pazarın çul kısmında ise kalabalıktan yürünemediğini düşününce, bana pek makul gelmeyen bu soruya  artık uzun, uzun açıklamalar yapmadan yanıt verebileceğiz. Zira, posta kutumuza düşen “%100 Ekolojik Pazarlarda, %100 Güvenilirlik ” haberi her şeyi anlatıyor.


Türkiye’de organik tarımın öncüsü, Victor Ananias (1971-2011) 

Farkındalık bir kez artarsa , organik ziraatçiler giderek daha çok çiftçinin bu harekete katılacağına inanıyor, çünkü küçük çiftçiler için avantajlı” yazıyor okuduğum makalenin sonlarında. Farkındalık, ah bir artsa! Zirai zehirler hakkında son yıllarda öğrendiğim ürkütücü gerçekleri düşünüyorum. Kendi kendime “anneler, babalar benim bildiklerimi bilselerdi, gerekirse her masraftan kısıntı yapar, ama yine de çocuklarının boğazından organikten başkasını geçirmezlerdi” diyorum.

Her şeye rağmen iyimseriz. Karamsar olanlara hayatın, bazen insan zihninin düşünebileceğinden, yaratabileceğinden çok daha beklenmedik, hatta mucizevi olaylarla dolu olabileceğini hatırlatmak isteriz. Fanteziler, hayaller, masallar güzel, ama gerçek hayatın fantezileri olağanüstü. Ne de olsa dersimizi ustasından alıyoruz, tabiat anamızda karamsarlığa geçit yok.

12 Comments

  1. Merhaba Meyvelitepe…
    Artık yazılarınızı okuduğumda acım katlanıyor.Şehirde yaşamak sırtımda bir yük gibi.
    Pazardan alınan herşeye zehirli gözüyle bakıyorum lakin başka çere yok, yada evde açık süt yoksa kutu pastörize süt içirmiyorum oğluma.10 m2 bahçeden bir salatalık, 2 domates, bir kase çilek yedik mi şifa bulmuş sayıyorum kendimizi..
    Hayatımız şehirle birlikte her an kirli-zehirli…
    Sevgiyle kalın….

  2. Merhaba, yorumunuz beni üzdü, ama ben bu yazıyı okuyanlar üzülüp umutsuzluğa kapılsın ya da korksun diye yazmadım. Aksine alışveriş ettiğiniz yerlerden organik ürünler talep etmeniz için; talep arzı doğuracağı için; ne kadar çok kişi organik isterse yetiştirici sayısının da o kadar artacağına gönülden inandığım için yazdım.
    Çocuğunuzun ve tüm çocukların sağlığı ve geleceği için gıda alışverişi yaptığınız yerlerdeki yetkililerden organik ürünler için ve belediyeden organik pazar kurulması için, gerekirse yazılı olarak talepte bulunun, arkadaşlarınızı da teşvik edin ve buna gücünüzün yeteceğine gönülden inanın.

  3. Eşim köylüdür,bugün bana “Sen zaten doğaya hayransındır,ben çocukken zaten içinde yaşadığımdan kıymetini bilmezdim ama şimdi doğanın kıymetini anlıyorum,boşa giden zamana da acıyorum.” dedi.Bu hafta bahçeye ağaçlara zeytin güvesi ve elma iç kurdu için ilaç atmağa gittiğimde geçen sene nisanda diktiğimiz badem ve armut fidanlarında üçer beşer meyve vardı,ayrıca yine geçen sene yetişkin bir ceviz ağacının yan dallarından birine yaptığım aşıda da bir tane meyve vardı ,eşime söylediğimde “Bu kadar erken nasıl olabilir ?”diye hayranlığını ifade etti.Bu üçbeş tane meyve benim bütün yorgunluğumu aldı ve keyfim yerine geldi.Ben bahçemdeki fidanlara,Merhaba kızlarım ben geldim! diye sesleniyorum,onları yeşermiş görmek yaşama tutunma çabaları benim de direncimi arttırıyor,yaşamı sevdiriyor,yeni diktiğim bazı fidanlar aşırı yağıştan olacak herhalde, kuruma eğiliminde,yerine yenilerini en yakın zamanda dikeceğim.
    Bana göndermiş olduğunuz domates ve patlıcan tohumlarını çimlendirdim,iki arkadaş bölüştük şimdi fidanlar iki yerde büyüyorlar,yalnız patlıcan fidanları küçükken bizim buralarda sirken dediğimiz bir ota benzedikleri için arkadaşımın annesi tarafından yanlışlıkla koparıldı bu yıl patlıcan sürprizimiz yok anlayacağınız,ama domatesler gelişiyorlar.Bize aşılamış olduğunuz motivasyonla tarımı ve doğayı anlayıp öğrenme çabamız devam ediyor.Selam ve saygılar.

  4. Hindistan’da gecen sene yasanan patlican savaslarini biliyormusunuz , koyluler genetigi degistirilmis patlican tohumlari almislar yuksek fiyatlarla tabiki borclarini odeyemeyince o kdar cok Hintli intihar etmis ki, patlicanlarin tohumlarini cikarmalari yasakmis tekrar tohum ureten firmadan almalari gerekliymis inanailir gibi gelmiyor kulaga ama dunya varolali beri ilk defa kendi urettigin bitkinin tohumundan baska bir bitki uretmek yasak …

  5. Sevgili Meyvelitepe, kusura bakmayın üzmek-üzülmek değil isteğim ama ben arabayla yolda giderken her gördüğü yeşilliğe cenneti seyrediyor gibi özlemle bakan biri olduğumdan sanırım bu kadar kasvetli bir mesaj yazmışım….siz bizim hayallerimizi gerçekleştirin…bize umut olun yeter……

  6. Teşekkürler Yaşar bey. Bereketiniz bol olsun. Patlıcanlara üzüldük doğrusu, biz de benzer durumları zaman zaman yardımcımız sayesinde yaşıyoruz, fena hayal kırıklığı oluyor.
    Kolay gelsin, selam ve sevgiler.

  7. Maalesef Beste, Hindistan tarım alanında bu anlamda ciddi sıkıntılar yaşıyor ve çıkış yolu ararken bize de örnek oluyor. Hatırlarsan daha önce yayınladığımız Vandana Shiva’nın konuşmasında da çiftçi intiharlarıyla ilgili sayısal bilgiler dahi vardı.

  8. Merhaba Meyvelitepe

    Yazınız eski tarihli olsa bile maalesef güncelliğini korumaya devam ediyor. Bu yüzden naçizane fikrimi belirtmek istedim.
    Ben de doğal yöntemlerle yetiştirilen ürünleri ne pahasına olursa olsun almaya evimde bulundurmaya çalışanlardanım. Aynı zamanda bunu çevremdeki insanlara tattırıp lezzet farkını görerek onları da bu ürünleri almaya ikna etmeye çalışıyorum (maalesef).
    Hoşlarına gitse de GDO lu yada insan sağlığına zararlı ilaçlarla sentetik gübrelerle yetiştirilmiş ürünleri almakta ısrarlılar.
    Bana göre çevremden de gözlemlerime dayanarak doğal ürünlerin fiyatlarının yüksek oluşu insanların bu soruyu sormasına sebep oluyor <>
    Herkes herşeye şüpheyle bakıyor. Suistimale açık bir konu olduğu için de insanlar kandırılmaktan korkuyor.
    Umarım sizin gibi dürüst, paylaşımcı, insan ve doğasever insanlar çoğalır.
    Sürç-i lisan ettimse affola…
    Sağlıkla kalın…
    Seda Tarhan

  9. Merhaba sevgili meyvelitepe .Sizi bir kac yildır merakla keyifle takip ediyorum tavsiye kitaplarınizı hemen alip heyecanla okuyorum.Bende on yıldır kendim ve sevdiklerim için bir gram gübre ilaç zehir kullanmadan meyve sebze yetiştirmeye calışıyorum yazınizı okuyunca paylaşmak istedim.Benim rahmetli babamda tohum saçarken kurdun kuşun hakkı artanıda bizim derdi.Bende aileden kalan tohumları kullanıyorum.kendim heryıl tohum ayırıp baharda toprakla buluşturuyorum.Sevgiyle kalın😊

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*