Ve Biz!

Alaska, İnyupik Halkı

Bazen insan kendisini, duygularını, düşüncelerini ifade etmekte çok zorlanıyor. Neyse ki bizimle aynı dili, bambaşka bir biçimde kullanan, biz alelade insanların yüzlerce sözcükle anlatamadığını bir kaç sözcüğe sığdırabilmiş; marifetin bir dilin sözcük dağarcığında değil, onları yanyana getirende olduğunu göstermiş bir şairimiz var: “Hava toprak gibi gebe. /Hava kurşun gibi ağır ” diyor Nazım Hikmet.

Çağımızda gezegenimizin ve insanlığın şu an durduğu noktayı daha iyi anlatacak bir başka iki cümle daha bulmak çok zor. Hepimiz büyük bir değişimin seherinden hemen önceki karanlıktayız, engellenemez bir şeylerin olacağını derinden hissediyoruz. Kurşun gibi ağır hava ruhumuzu sıktıkça sıkıyor. Ne iklim değişikliğini, ne doğadaki çeşitliliğin yok oluşunu, ne yeryüzündeki adaletsiz dağılımı, ne de şirketler hegemonyasını duymak, düşünmek istiyoruz. İşte böyle bir ruh haliyle, “blog action day/ ortak blog hareketi günü” için bir yazı yazmak üzere umut verici bir şeyler ararken rastladım Sanjay Khanna‘nın “Karanlığı Aydınlatan Hikayeleryazısına.

Sanjay Khanna bir “füturist,” işi elindeki verilerle ekonomiyi, toplumu gelecekte etkileyecek olayları, eğilimleri öngörmek. Ancak küresel ekonomi ve iklim konusunda geleceğin belirsizliği onun da içini pek açmadığından olsa gerek, “ekolojik sınırlarını zorlayan, medenileşmiş dünyamızın hayrına, bizi birbirimize kenetleyip, hepimizin iyiliği için harekete geçirecek, ilham verici kişisel ya da kültürel hikayeleri aramaya” başlamış. Bu arayışta da binlerce yıldır, nesilden nesile aktarılarak bugüne ulaşmış sözlü hikayeleri hala bilen ve anlatabilecek kişilerle tanışmış.

Bir çoğumuzu olduğu gibi, Khanna’yı da en çok endişelendiren konu iklim değişikliği ve onun yaratacağı etkiler. Günümüzde iklim konusunda gerçekten çok ciddi değişiklikler yaşıyoruz ve yaşamaya da devam edeceğiz. Bu konulardaki en son bilimsel gerçekleri ve uyarıları içeren “Ölüm Sarmalı” başlıklı yazısında Ömer Madra “Bu hızlı iklim değişikliğinin gezegen üzerinde yaşayan canlı türlerinin muazzam bir kısmını da yokolmaya iteceğinin kesin olarak hesaplanmış olduğuna” dikkati çekiyor.

Hayati tehlike anında içinde bulunduğuna benzer bir duruma rastlamak ve bir çıkış yolu bulmak için tüm hayatımızı film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiren beynimizin yaptığı gibi, şimdi biz de eski kültürlerde, insanlığın yazılı veya sözlü tarihinde eşiğinde bulunduğumuz değişimin bir benzeri olup olmadığını keşfetmeye çalışıyoruz. Bir çıkış yolu, bir umut ararken öğreniyoruz ki Alaska’nın kuzeyinde yaşayan İnyupikler’in sözlü geleneğiyle bugüne kadar gelmiş, “yedi buzul çağı”nı anlatan ve kökeni binlerce yıl öncesine dayanan bir öyküsü var. İnyupik hikayeleri toplumun bu büyük zorluk ve değişim dönemini nasıl aştıklarına dair bilgiler içeriyor. Hikayeyi, bir İnyupik insan hakları savunucusu olan Victoria Hykes Steere şöyle aktarıyor:

“Dünyamız yemyeşildi ve sonra kar yağmaya başladı. Hava ılıktı, sonra soğuk geldi. Hayatta kalanlar birlikte çalıştılar. Kar ve buz bize insan olmayı  ve kendimizden başkalarını da düşünmeyi öğretti. Efsanelerimizde ve tarihimizde kar ve buz bizi daha iyi insanlar yaptı ve bizi aklımızı kullanmaya yöneltti.

Hikayelerimiz, bir toplum oluncaya kadar, çoğunluğun iyiliği bireyin iyiliğinden daha önemli hale gelinceye kadar gerçek insanlar olamadığımızı anlatıyor. 

Hayvanlardan (örneğin birbirlerine nasıl göz kulak olduklarını anlamak için kurtlardan) ders aldık.

Maalesef Alaska günümüzde iklim değişikliğinden ilk etkilenen bölgelerden biri. Bu defa evlerini, hayatlarını üzerine kurdukları buzlar eriyor. Üstelik buzların erimesiyle giderek genişleyen Bering boğazı açgözlü ticaret ve balıkçı gemilerinin iştahını kabartarak, İnyupiklerin besin kaynaklarını tehdit ediyor. Durum böylesine ciddiyken Hykes Steere muhtaç olduğu kuvveti kendi ailesinin öykülerinde arıyor ve diyor ki:

“Çevremizi biz idare edemeyiz, ama vereceğimiz tepkiyi kontrol edebiliriz… Büyükannem umudunu kaybettiğinde herşeyini kaybedersin derdi.

Büyükbabam güneşin yükseldiği anları hafızamda canlı tutmamı söylerdi. Büyükbabam bana baktığım şeylerde bir gün ihtiyacım olduğu zaman iyiliği hatırlamamı sağlayacak anları farketmeyi öğretti. 

Büyükbabam bir gün herşey gerçekten çok kötüye giderse yeniden onlara dönebileyim diye, o anları – koklayarak, tadarak, görerek- hafızamda nasıl canlı tutacağımı öğretti. Bunu ilk kez yaptığım zamanı hatırlıyorum, her şeyin yolunda gittiği bir yerde yaşamakta olanlara bir şey ifade etmeyecek bir grup an.

Her şey gerçekten kötüye gittiğinde, o anlara dönerim… ve iyi olurum.”

Binlerce yıl öncesinden gelen anlamlı dersler, deneyimlerden süzülüp gelen sözcükler bunlar: umudu hiç kaybetmemek, zor günler için güzel anılar biriktirmek, ama daha da önemlisi birlik olmak, birleştirilmesi gerekeni birleştirerek gerçek birer insan olabilmek.

Khanna, İnyupiklerden sonra 6 yerli kabilesince kurulmuş İrokua birliğinin “yaşamın tamamını korumakla yükümlü” liderinin dilinden birliğin temelindeki üç kuralını aktarmış:

“Birincisi huzur ve sağlık. Sağlığın yoksa huzurun yoktur. Bize göre bu sözcükler birbirinin yerine kullanılabilir. Biz karşımızdakini “iyi olduğun ve olduğun kişi olduğun için teşekkür ederim” diyerek selamlarız. 

İkincisi hakkaniyettir, insanlar için hakkaniyet, çünkü eğer hakkaniyet (doğruluk) yoksa adalet yoktur. Hakkaniyet, adaletten önce gelir. Ruhani lider, Ulu Arabulucu “halk için hakkaniyet” der –  insaflı ol, onların yararına çalış. 

Üçüncüsü ise iyi ve akıllı olanların birliğidir. Ruhani lider “sizin kuvvetiniz buradan gelecektir” demiştir.”

En az bu öyküler kadar ilginç olan yerli halkların yaşlılarının her halkın kendi geçmişindeki öyküleri rehber edinmek için bulup çıkarmasını öğütlemesi olmuş. Zor zamanlarda hayatta kalmamızı, değişime ayak uydurmamızı sağlayacak kozmik bilgi kendi kültürümüzde, kendi ailelerimizin hikayelerinde saklıymış. Gerçekten de kendi tarihimizde de dillendirilmemiş kimbilir ne kadar çok öykü vardır. Zaten hepimizin en iyi bildiği öykü de parçalanmanın, yokluğun, esaretin  eşiğinden nasıl birlik olarak çıktığımızı anlatmıyor mu? Öte yandan bir çoğumuzun ailesi mübadeleyi ya da zorunlu göçleri yaşamış, evinden, yurdundan kopartılıp bambaşka yerlerde hayata sıfır noktasından yeniden başlamaya zorlanmamış mı? Savaşı, yokluğu, açlığı, tehlikeyi, kaybı bazen de hepsini birden yaşamamış mı?

“Havanın kurşun gibi ağır olduğu, havanın toprak gibi gebe” olduğu şu günler tarihimizi film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirmeye başlama vakti; el ele verme, ırk, dil, din, milliyet gözetmeden birbirimizi kendimizden daha fazla düşünme ve her şeyi kaybetmemek için umuda sarılma vakti;  İçimizdeki gücün, “bizim” gücümüzün farkına varma, birbirimiz için ve hep birlikte hareket etme, gerçek bir toplum, gerçek bir insan olma vakti; Hep birlikte istemediklerimizi değil, istediklerimizi söyleme ve gerçekleştirme vakti; Daha iyi bir dünya için elimizi taşın altına koyma vakti…

3 Comments

  1. Bir umut var… İnsanın ruhundan yayılan ışık.

    Barışıyoruz, barışıyoruz, barışıyoruz ve kazanıyoruz, işte o zaman kaybeden yok diyorlar. İstediğimiz sadece ışık, ışık, ışık…

    Bunu söylemeliyiz, hep birlikte. Hadi onlara eşlik edin, bundan daha güzel bir şarkı yok yeryüzünde…

    Tepe’nin güzel insanlarına…
    Kalbimi buraya bırakıyorum…

    bir yeryüzü ağacı

    KADINLAR

    Kadınlar çok uzakta.
    “İyi geceler” kokar çarşafları.
    Masaya ekmek koyarlar
    yokluklarını hissetmeyelim diye.
    Sonra anlarız suçun bizde olduğunu.
    Sandalyeden kalkıp
    “Bugün çok yoruldun,” deriz
    ya da “Boş ver, lambayı ben yakarım.”

    Kibriti çaktığımızda, o yavaşça döner ve tarifsiz
    bir dikkatle mutfağa yönelir. Sırtı nice ölülerle,
    kamburlaşmış, hüzünlü bir tepe-aileden ölüler,
    onun ölüleri, senin kendi ölümün.

    Adımlarının gıcırtısını duyarsın eski döşemede,
    bulaşık telindeki tabakların ağlayışını duyarsın,
    sonra da treni, askerleri cepheye götüren…

    Yannis Ritsos

  2. Bence gelecek okuyuculara dinlemeye devam edersek korkarım paronoyak olacağız .Bizim rehberimizin söylediği .kıyametin koptuğunu görsen bile elindeki fidanı dikmelisin.Sanırım ben kimim nereden geldim nereye gidiyorum sorusunu herkesin sorması dünyanın daha yaşanılır hale gelmesine yardımcı olacaktır.saygılar.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*