Bakış Açısı

Bu iki kelimenin ifade ettiği anlam üniversite yıllarımdan beri büyülemiştir beni. Bir kitap okurken yazarın bakış açısı çeker önce dikkatimi. Kimilerine alelade görünen bir nesne, bir olay, bir başkasının bakış açısıyla inanılmaz fantezilere, ya da öylesine basıp geçtiğiniz bir yol, bir fotoğrafçının, bir ressamın, bir tasarımcının gözüyle bambaşka çağrışımlar yapan bir sanat eserine dönüşebilir. Hatta daha basite indirgersek, birimizin gözüne çok ürkütücü gelen her hangi bir şey, bir başkasının gözüyle bakıldığında eşsiz bir hal alabilir. Başka gözlerle de bakabilmek insanı zenginleştirir.

Geçenlerde Meyvelitepe’ de biz de böyle bir bakış açısı değişimi yaşadık. Malum bahçemiz doğal bir ortam ve haliyle bizden çok önce orada yaşamaya başlamış, belki bizim gelişimizle biraz rahatsız olan ve belki bu işe sevinen canlılar var. Meyvelitepe’de kendi dünyamızı kurmaya çalışırken, bizden önceki sakinleri rahatsız etmemeye, huzurlarını kaçırmamaya özellikle dikkat etmeye çalışmıştık. Sonra bir de baktık ki bahçemizi bizlerle paylaşan bazı küçük dostlarımız var.

Cabbar’la ben daha tanışmadım, pek gönüllü olduğum söylenemez doğrusu. Ancak duyduğum kadarıyla bir buçuk metre boyunda bir “Bozyörük” yılanıymış kendisi. Ara sıra uğruyormuş bahçeyi kolaçan etmek için, küçük kemiriciler ve kertenkelelerin peşinde olduğundan olsa gerek. Her ne kadar buralarda Bozyörük diye anılsa da aslında bu yılanın bilimsel kaynaklarda geçen adı “Coluber caspius” ya da nam-ı diğer “Hazer Yılanı” ve zehirsiz bir tür. Ancak anladığım kadarıyla Meyvelitepe’ye taşındıktan sonra evde ağırlamak istemediğimiz sürece  ortalarda süt bırakmamak gerekecek, çünkü süt delisiymiş, hatta ineklerden, keçilerden süt emmesiyle meşhurmuş. İnternette çok tatlı öykülere de rastladım, çocukken sütünü Bozyörükle paylaşmış, kedilerinin yanı sıra bahçelerinde onu da beslemiş ve tüm hayvanlara sevgiyle bakan insanların öyküleri. Biraz ürksem de Cabbar’dan, neyse ki küçükken bir piknikte bacağımın altından hızla geçiveren o köryılana rastladığımdan beri, onların bizden ne kadar çekindiklerini biliyorum.

Fotoğraf “fotokritik“ten

Cabbar’ın şerrinden korumaya kararlı olduğumuz “Speedy”e geçen gece bizzat rastladım. Loş ışıkta gözümün önünden minik bir karaltı öylesine hızla geçti ki, önce göz yanılması sandım. Ama sonra bu miniş ışığa çıkıvermesin mi? Tanrım öyle sevimliydi ki, insan korkamıyor bile. Sırtı kahverengi, göbeği sütlü kahve, bir parmak boyunda bir farecik öyle hızlı, öyle hızlı ki ister istemez adı “Speedy”e çıkıverdi. Bu küçük yaramaz karpuz çekirdeklerini çok, ama çok seven mini mini bir tarla faresiymiş. Bizim tohumluk olsun diye kurumaya bıraktığımız karpuz çekirdekleri fena halde cezbetmiş kendisini, insan var dememiş, ışık var dememiş, aman ha yakalanırsam dememiş, gelmiş, kendisine bir güzel ziyafet çekmiş. Suçüstü yakalanınca da el çabukluğuyla, yoksa ayak çabukluğu mu demeliyim, kaçıvermiş. İtiraf ediyorum önce çığlığı bastım, ama sonra biliyorsunuz işte, isim koyduk kendisine, kabul ettik bu sevimli yaramazı. Maalesef kendisi şanı pek de iyi olmayan bir aileden geliyor, Hamstergillerden (Cricetidae), şirinliğine istinaden kendisine tahıl hırsızı demeyelim de toplayıcısı diyelim hadi.

Asıl bu yazıya ilham veren zat ise “Aheste Hanım”. Aheste Hanım ne bir yılan, ne de bir tarla faresi, adından da belli zaten, pek bir yavaş, pek bir ağır. Kendisine bir kaç kez rastlamış, ayağımın altında dolaşma gibisinden azıcık uzağa atıvermiştim. Zavallı sırtüstü düşüp de, Kafka‘nın Metamorfoz’undaki “Gregor Samsa” misali ayaklarını havada sallamaya başlayınca acımış, yardımcı da olmuştum biraz. Her neyse, sözün özü Aheste Hanım, Aheste Hanım olmadan önce kızımı korkutan, kapkara bir böcekti gözümüzde, taa ki eşim zararlı olup olmadığını öğrenmek için bir fotoğrafını çekip, önce ağaçlar.net’teki dostlara, sonra da Martin Rejzek’e soruncaya kadar.

Ağaçlar.net‘ teki dostlar onun Teke böceği “Cerambycidae” familyasından olduğunu yazmışlar. Bunun üzerine familyayı araştıran eşim, bu familya ile ilgili nette adı en çok geçen kişinin Martin Rejzek olduğunu görünce, hele bir de ileti adresini bulunca, sormadan edememiş. Her şeyi değiştiren de, sonradan öğrendiğimiz kadarıyla bu familya konusunda dünya çapında tanınmış bir entemolog (böcek bilimci) olan M.Rejzek’ten hemencecik aldığı yanıt oldu. Kısaca özetlersek, şöyle diyordu sayın Rejzek:

Bu böceğin larvaları büyük ağaçların ölü gövde ve köklerinde gelişir. Kayın ve meşeleri tercih ederler. Bu türün fidanlarınıza zarar vermesi HİÇ BİR ŞEKİLDE mümkün değildir. Dahası Morimus orientalis oldukça NADİR görülen ve sadece Türkiye’ye has bir türdür. Dolayısıyla bu olağanüstü ve güzel hayvanın bahçenizde bulunmasından gurur duymalısınız. Türkiye az bulunur zenginlik ve güzellikteki bir ülke ve her hangi bir Akdeniz ülkesinden daha fazla vahşi yaşama sahip. Sonraki kuşaklara da öyle kalmasını diliyorum...”


Hayatını bu türlerin araştırılmasına adamış bir böcek bilimcinin bakış açısı, ister istemez bizimkini de değiştiriverdi. Aheste Hanımı bir karaböcek olmaktan çıkarıp Meyvelitepe’nin korunması ve gurur duyulması gereken bir sakini haline getirdi.

“Bakış açısı” gerçekten de büyüleyici bir kavram değil mi?  Ne taraftan baktığınıza bağlı olarak görüşleriniz, hayatınız, algılayışınız değişiveriyor. Dünya kocaman bir prizmalar yığını sanki, aynı yere bakıyoruz, bambaşka şeyler görüyoruz. Ne kadar çok bakış açısı, o kadar zenginlik.

9 Comments

  1. Verdiğiniz örnekler bana şu sözü hatırlattı :”İnsan doğasını bilgisince sever”
    Theophrastus Paracelsus söylemiş…

  2. Öyle güzel ve anlamlı bir yazı olmuş ki…Aslında insanlar kendilerinden küçük varlıklardan korkarak biraz gülünç duruma düşüyorlar galiba. Her canlıyı olduğu gibi kabul edebilme yetisini geçtim daha birbirimizi bile olduğumuz gibi, yargılamadan kabul edip yaşayamıyoruz ki…Bu yazıyı çok beğendim. Sizi hep takip ediyorum ama bu yazıya yorum bırakmadan edemedim. Teşekkürler…

  3. O kadar güzel yazmışsın ki, keşke bahçenin başka sakinleri olsaydı da yazı daha uzun olsaydı dedim yani.Kalemine sağlık…

  4. ‘Her evin temelinde yılan vardır’ derdi babaannem.’zararsızdırlar’..Çocukken korkmazdım.Ama belgesellerde bakamıyorum bile şimdi..
    Sizin toprağın da sizden evvelki sahipleri ya onlar,sizi tanımaya çalışıyorlardır.Eminim içleri rahattır şimdi.
    Kara böceğe gelince; kim bilir kaç kişi gördüğünde,korku/tiksinti içinde üstüne basıp ‘çatırrt’diye ezerdi. Siz..yaşamasına izin verip, araştırmışsınız üstelik.
    Ben size..çok saygı duyuyorum.Bütün zengin ruhunuza..
    M.Rejzek inşallah anlamıştır Türkiye’de az bulunur zenginlik ve güzellikleri olan insanlarının da olduğunu..
    Sevgiyle

  5. Bu güzel yorumlara ne diyeceğimizi bilemedik. Cesaret verici ve destekleyici tüm yorumlarınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyoruz.
    Sevgiler…

  6. Esas ben bu tabiat saygisi karsisinda ne diyecegimi bilemedim.
    Karabocek bence de korkunc gorunuyor ama bocekbilimci amcanin yazisini okuyunca bir anda “bakis acim degisti”!
    Yilanlar da, bocekler de, hepsi bu muhtesem dengenin birer parcasi… Biz iki ayagimizin ustune dikilmeden evvel de buradalardi.
    Ben insanliktan istifa etmek uzereyim zaten, bir de bu yaziyi okuyunca bahcenizde bocek olasim geldi.
    Keske herkes sizin gibi olsa.

  7. Teşekkürler Magissa, esprili yorumlarını özlemiştik. Tekrar geçmiş olsun, hem sağlığın hem de şu tadilat işi için:)
    Sevgiler…

  8. Bakis acisi beni buyuler ve hep baska bakis acilarinin pesindeyim. Anneannemin masallarinda cocuklarin icine giren yilanlari kocaman sut kazanlari kaynatip cocuklari basasagi tutup cikartirlardi. Feci bir masal ogluma anlatacagimdan emin degilim:)Cabbar beyle bende tanismak istemem galiba ama aheste hanim ve tahil hirsizina talibim;) Birde kucukken olu bocekleri toplayip kartona yapistiridim, ancak bir tanesi olmemis meger tum gece kipridaym durdu zavalli hala uzulurum ya…

  9. Hakikaten masal çok korkunçmuş. Bu günlerde Aheste hanım mevsim sebebiyle yuvasına çekilmiş gibi görünüyor ama tahıl hırsızı hala ortalarda ve gerçekten kızılamıyacak kadar sevimli:)

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*