Huzur

Bir Zen Öğretmeni beş öğrencisinin bisikletleriyle pazardan geldiğini görmüş. Öğrenciler bisikletlerinden indiğinde, öğretmen sormuş:

“Niçin bisiklete biniyorsunuz?”

Öğrencilerden ilki “Bisiklet, bu patates çuvalını taşıyor. Onları sırtımda taşımak zorunda kalmadığıma memnunum!” diye yanıtlamış.
Öğretmen övgüyle “Akıllı çocuksun. Yaşlandığında benim gibi kambur yürümeyeceksin.” demiş.

İkinci öğrenci ” Yoldan aşağı inerken yanından geçtiğim ağaçları ve kırları izlemeyi seviyorum” yanıtını vermiş.
Öğretmen “Gözlerin açık ve dünyayı görüyorsun” diyerek onu da övmüş.

Üçüncü öğrencinin yanıtı “Bisikletime bindiğimde “nam myoho renge kyo” nakaratını tekrarlamak beni hoşnut ediyor” olmuş.
Öğretmen ona da övgü dolu sözlerle ” Zihnin yepyeni bir tekerlek gibi kolaylıkla akıp gidecek” demiş.

Dördüncü öğrencinin yanıtı “Bisikletimi sürerken, tüm varlıklarla ahenk içinde olurum” olmuş.
Öğretmen menunlukla ” Fenalık ve zarara yol açmaktan kaçınmanın altın yolunda ilerliyorsun” demiş.

Beşinci öğrenci “Ben bisiklet sürmek için bisiklete biniyorum” diye yanıtlamış aynı soruyu.
Öğretmen beşinci öğrenciye doğru gitmiş, ayaklarının dibine oturmuş ve “Senin talebenim” demiş
.”

Bu öyküyü okuduğumdan beri düşünüyorum. Belli ki, her öğrencinin yanıtından alınacak dersler var, ancak ya sonuncusu? Neden öğretmene göre en iyi yanıt bu?
Bu sabah kahvaltı hazırlığındaydık, soframız hazırlanmıştı, ekmeklerimiz makinede kızartılmak, çay suyumuz “kettle”da kaynatılmak üzere hazırdı. Birden elektrikler gidiverdi, sandalyelerimize oturduk şaşkınlıkla bekledik bir kaç dakika, gelmedi. Kalktım, çok severek aldığım ama misafirden misafire kullandığım, tahta saplı pembe çaydanlığa yeterince su doldurdum, ocağın üzerine koydum, çakmakla ocağı yaktım. Sonra, varlığını bile unuttuğum eski usul ekmek kızartma tenekesini bulup çıkardım, altını yaktım, ekmekleri üzerine koydum. Çaydanlıktan tatlı tatlı tıkırtılar gelmeye başladı, sesler suyun kaynama noktasına gelişini haber veriyordu. Öte yandan da ortalığı mis gibi bir kızarmış ekmek kokusu sardı. Uzun zamandır makinelerle otomatikleşmiş hareketlerle yaptığım bu işlerin, seslerin, kokuların ve çağrıştırdığı güzel duyguların farkına varmanın beni nasıl mutlu ettiğine şaştım. Bir şey yaparken, yalnızca ona odaklanıp, başka bir şey düşünmemenin ne kadar rahatlatıcı olduğunu farkettim. Bu hissi kaybetmemek istedim, “bisiklet” öyküsünü anımsadım. Diğer işlerimi de geçmişi, geleceği, sevdiğimi, sevmediğimi, gideni, kalanı, kısacası hiç bir şeyi düşünmeden, yalnızca yapılması gerektiği gibi, o anda elimdeki her neyse ona odaklanarak yapmaya çalıştım. Şaşırtıcı, fakat adeta bütün hücrelerimi saran bir huzur duydum.

Dün akşamüstü Meyvelitepe’ye gittik. Soğuk ve puslu bir hava, yağmurla renkleri daha bir

canlanmış yemyeşil bitkiler ve o inanılmaz sessizlik. Şimdi yaşadığım yerden bu mevsimde yabani otlar kadar bol bulunan ve çiçek açtıkları için farkedilebilen kardelenlerin, soğanlarından toplamıştım. Bahçede uygun bir yerde, küçük, derin çukurlar açtım, üzerinde hala çiçeği olan kardelen soğanlarını özenle içlerine yerleştirdim. Çukurları kapattım, can suyu verdim. Geçen yıl ektiklerime baktım, ortancaların arkasına saklanmış yeşil yapraklarını farkettim. Ellerim çamurlanmıştı, buz gibi suda yıkadım, biraz sızladılar soğuktan. Sonra bahçeyi dolaştım, kamelyanın yaprakları arasında baharı bekleyen tomurcuklarını okşadım. Manolya yaprakla hiç uğraşmıyordu, öncelik tomurcuklardaydı, yakında hepsini açacaktı, heyecanlandım. Süs şeftalisi de düğününü bekleyen bir gelin misali sabırla bekliyordu baharı. Çiçeklerini merakla beklediğim yüksükotları (foxglove) iyice büyüyüp yayılmışlardı. Hatmiler de kışı sağ çıkarma yolundaydı. Laleler yapraklarını topraktan çıkarmış, zerrinler tomurcuklanmışlardı. Serada duran ve kuruduğunu sandığım küpe çiçeğinin kuru dallarında minik yeşil gözlerin açıldığını görünce sevinçten dansettim. Uğrayan komşular çaya davet etti, “Teşekkürler ama başka zaman” dedim. Çay yaptım, soğuk evde muhteşem manzaraya karşı oturup, sessizliği dinleyerek içtik. Geçmişi, geleceği, sevdiğimi, sevmediğimi, gideni, kalanı, kısacası hiç bir şeyi düşünmedim, içim huzur, mutluluk ve şükranla doldu. Bu duyguya sıkı sıkı sarılmak istedim.

Akşam önceden izleyip de çok sevdiğimiz bir filmi yeniden izledik. “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış…Ve İlkbahar” (Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom (2003) Yön:Ki-duk Kim.) Filmin konusunun ilginçliği bir yana, asıl bu filmdeki muhteşem görüntüler her defasında büyüleyici bir etki yaratıyor. Üstelik insanı doğal döngünün olağanlığına ikna ederken zerk ettiği huzur da cabası oluyor. Bir kaç yıl önce bu filmi ilk izlediğim zaman görüntüleri ve yarattığı huzur duygusunu hafızama nakşetmiştim. Ne zaman ihtiyacım olsa gözlerimi kapatır, kendimi o yemyeşil dağlarla çevrelenmiş, pürüzsüz gölün ortasında yüzen, içinde bir kaç şilteden başka pek bir şey bulunmayan kulübede, huzur içinde hayal ederdim. Hafıza tazelemek daha da iyi geldi, yine oradaydım, huzur doluydum.”Cennet böyle bir yer ve duygu olmalı” diye düşündüm.

Mutlu olmamız istenmeseydi, dünya bu kadar özenle ve güzelliklerle dolu yaratılmış olur muydu? Günümüzü yaşarken hayatımızı ve başkalarının hayatlarını cennete çevirmek ya da çevirmemek, onu aramak ya da aramamak, aslında her şey kendi seçimimiz.

Öyküyle başladım, özlü sözle bitiriyorum ve bir önceki yazıyla (maalesef okuyanları bu kadar üzeceğini düşünememiştim) neden olduğum olumsuzluğu uzaklaştırıyor, yerine bunu okuyan herkese tatlı ve kalıcı bir huzur duygusu diliyorum.

İnsanlar su üzerinde ya da havada yürümenin bir mucize olduğunu düşünür. Oysa bana göre gerçek mucize ne su üzerinde ne de havada yürümektir; gerçek mucize yeryüzünde yürümektir. Her gün hiç farkına bile varmadığımız bir mucizeyle içiçe yaşıyoruz: masmavi bir gökyüzü, bembeyaz bulutlar, yemyeşil yapraklar, bir çocuğun meraklı, kara gözleri – Hepsi birer mucize.” Thich Nhat Hanh

9 Comments

  1. Hmmm, bisiklet hikayesini sık sık hatırlamalıyım.
    Sizin Meyvelitepe’de yaşadığınızı sanıyordum. Bahçe bakımına
    nasıl yetişiyorsunuz?
    Sevgiler,

  2. Tüm parçalarıyla anlamlı bir bütün oluşturan harika yazınız için teşekkürler.

  3. cok guzel bir pazar akşamı okuması oldu benım için. çok teşekkürler
    ps: blue berry için verdiğiniz bilgler için de minnettarım
    sevgiler
    Şebnem

  4. Ne demek istediginizi cok iyi anliyorum. Su ana konsantre olmayi, sadece ve sadece cevremi izlemeyi cok sik denerim. Ama 1-2 dakika icinde kendimi oyle bir dusunce silsilesi icinde bulurum ki, geriye donup o dusunceye nereden geldigimi bulmaya daha cok zaman harcarim!:)
    “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış…Ve İlkbahar” bizim de cok severek izledigimiz bir filmdi. Yeniden izlemeyi planlamali.

  5. Doğanın içinde ve ona yakın olmanın insana “anda varolmayı” öğrettiğine inanıyorum. An farkındalığı da insanın içindeki huzur hissini sürekli daha büyütüyor, köklendiriyor. eşimle hep konuşuruz, ne zaman doğa faaliyetine veya Abanttaki evimize gitsek, başka boyuta geçiyormuş gibi hissettiğimizi. Sadece o an yaptığımız işle varoluyormuşusz gibi geliyor. Soba yakmaksa soba yakmak,sessizliği dinlemekse sessiliği dinlemek, ormanda yürümekse yürümek ve ormanı dinlemek… buna tek eşlik eden neredeyse afrodizyak bir huzur hissi…

  6. Yazıyla alakasız olacak ama, zeytinleriniz muhteşem 🙂 Elininize, emeğinize, canınıza sağlık.

  7. Çok güzel yazmışsınız! Yaptıklarınıza baktım, nasıl imreniyorum size… Tebriğe ihtiyacınız olmadığını biliyorum, kendim için tebrik etmek istiyorum ama. Bunlar çok değerli şeyler, yaşadıklarınız bir kitap kadar değerli benim nazarımda. Selamlar.

  8. Güzel yorumlar için teşekkürler, diğer yazının yorumlarına öyle üzüldüm ki bununla durumu düzeltip bir daha yazmamaya bile karar vermiştim. O nedenle uzun süreli sessizliğe gömüldüm, herkes huzurlu kalsın istedim. Nihayet sessizlik bitti, hem yorumlara yanıt, hem de yeni bir yazıyla.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*