Miras

Epey oluyor, bir magazinde bir makaleye rastgelmiştim, o makalenin konusu son zamanlarda sık sık aklıma takılıyor, hatta yeni takıntım da diyebilirim. Özellikle  ekranda renksiz kokusuz böcek ilaçları, mis gibi koku saçan ev parfümleri ve anti- bakteriyel sabun reklamlarını gördükçe ve biz istesek de istemesek de çevremiz sözde “insan sağlığına zararı olmayan” kimyasallara bulandıkça içim cızz ediyor. Cızz etmekle bir şey olmuyor, ama konu araştırılıp yazılırsa iyi bir şeyler olur belki. “Çoğu zaman fısıltıyla söylenenler, yüksek sesle söylenenlerden çok daha uzağa gider” diyen bir Çin atasözüne güvenerek işte buradan her birinize fısıldıyorum.

Sözünü ettiğim makalenin konusu “vücut yükü” idi. Aynı zamanda bir anne olan yazar, hem kendisine hem de çocuğuna araştırma amaçlı bazı tahliller yaptırmış ve sonuçlarını bir makale haline getirmişti. Makalede ortaya çıkan tablo gerçekten ürkütücüydü, eğer bulabilseydim o çarpıcı rakamları bir bir kopya edecektim buraya. Fakat, makaleyi bulamayınca başka kaynaklardan yararlanarak bu konuyu paylaşmak istedim.

“Vücut yükü, ” adı yanıltmasın bu fazla kilolarla değil, yalnızca etkileriyle farkedilen bir yük. Çevremizde doğal ya da insan eliyle oluşan toksik (zehirli) kimyasallar biz soluk alıp verirken, yiyip içerken, hatta bazen de cildimizden süzülerek vücutlarımıza giriyor. Hatta hamile kadınlarda plasenta aracılığıyla fetüse dahi ulaşıyor. İşte “vücut yükü” belli bir zamanda vücudumuzda birikmiş olarak bulunan bütün bu kimyasalların miktarlarını gösteren rakamlara verilen isim.

Araştırmalarda çoğunlukla belirli bir kimyasalın ne kadar birikmiş olduğuna bakılıyor, örneğin kurşun, civa veya dioksin. Aslında mükemmel tasarlanmış bedenimiz bazı kimyasalları veya onların yan ürünlerini belli bir zaman dilimi içinde atabiliyor. Örneğin arsenik, Agatha Christie’nin romanlarında sık sık malum nedenlerle yer verdiği bu zehirin düşük dozları vücut tarafından 72 saat içinde atılarak organizma temizleniyor, tabii ısrarlı bir biçimde maruz kalınmadığı takdirde. Ancak diğer kimyasallardan kurtulmak o kadar da kolay değil. Bazıları kanda, yağ dokularında, spermada, kas, kemik, beyin dokularında veya diğer organlarda yıllarca kalabiliyor. Örneğin DDT gibi klorinli pestisitlerin vücutta 50 yıl kaldığı saptanmış. Amerika’da yaklaşık 80.000 çeşit kimyasal kullanıldığı, öte yandan insanların bedenlerinde bulunan kimyasalların sadece bir kaç yüzünün ölçülebildiği belirtiliyor.

Bilim adamlarının tahminlerine göre, her insan ister kırsal alanda ister kalabalık metropollerde yaşasın vücudunda en az 700 kirleticiyi taşıyor, çünkü bu maddeler toz, hava ve su aracılığıyla yerkürenin her yanına ulaşabiliyor. Biz insanlara ise bu kimyasal çorbanın içinde yüzmek kalıyor. Bazı kimyasallar sanayi üretimlerinin bir yan ürünü olarak ortaya çıkıyor ve tüketicilere ulaşan pek çok üründe bulunuyor. Örneğin belirli bazı plastik ürünlerin üretimi sırasında istenmeden  ortaya çıkan dioksin ve furanlar (nylon sentezi sırasında ortaya çıkan renksiz, yanıcı toksik sıvı) bu gruba giriyor. Ne yazık ki ellerini sık sık ağızlarına sokan küçük çocuklar  toz partikülleri üzerine yapışan bu kimyasallardan en fazla etkilenenler oluyor. Farkedeilmeden veya istenmeden maruz kalınanların yanı sıra bir de boyalar, cilalar, benzin, yapıştırıcılar, kozmetikler, kuru temizleme yapılmış giysiler, plastik besin kapları, konserve kutulardaki besinler, temizlik malzemeleri, ev ve bahçelerde kullanılan pestisitler (böcek ve ot öldürücü kimyasallar) v.s aracılığıyla bedenimize girenler var. En zararlı kimyasallardan biri olan dioksinin büyük bir bölümü kirlenmiş besinler aracılığıyla bedenlerimize sızıyor. Bunun için ille de kendi evinizi ve bahçenizi ilaçlamış olmanız gerekmiyor, yakınınızda veya uzağınızda yiyecek zincirine karışan bir pestisit (zehirli tarım ilacı) bir şekilde hedefini buluyor. Hatta anne sütünün yararlarının iyice anlaşıldığı çağımızda, hamilelik sırasında veya anne sütüyle bebeklerin bedenlerine giren ve yıllarca kalan kimyasallar da ironik olarak annelerin bebeklerine bırakmayı hiç istemeyecekleri birer miras olarak aktarılıyor.

1944 yılında yapılan bir araştırmada, araştırmacılar insanların yağ dokusunda DDT kalıntılarına rastlamışlar. Yine 50’lerin başlarında doğa bilimciler bazı kartal ve kuş türlerinin nüfuslarındaki hızlı azalmanın sorumlusunun yumurta kabuklarının incelmesine yol açabilen DDT olabileceğini iddia etmişler ve haklı çıkmışlar. Ancak asıl ilginç ve bir o kadar da ürkütücü olan sonuç ise DDT kullanılan alanlarla hiç bir alakası olmayan uzaklıklarda yaşayan kutup ahalisi penguenlerde de DDT kalıntılarına rastlanması olmuş.  “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyenlere duyurulur.

Kimyasalların kansere yol açanlarına kanserojen (veya karsinojen), kusurlu doğumlara yol açanlarına teratojen, fetüsün, bebek veya çocukların normal gelişimini bozan veya insanın üreme organları ve dokularında tahribat yapanlarına ise gelişimi/üremeyi etkileyen zehirler adı veriliyor. Bazı kimyasallar hormonların işlevlerini bozarak tahribat yapıyor, bunlar  ise endokrin bozucular adıyla anılıyor. Bu kimyasalların insan sağlığı üzerindeki (burada saymaktan kaçındığım) zararlı etkileri çok uzun ve iç karartıcı bir hastalık listesi oluşturuyor. Şu kadar söyleyelim, büyüklerimizin sık sık dile getirdiği “eskiden bu kadar hastalık yoktu” veya “biz eskiden XXX hastalığı nedir bilmezdik” sözleri boş değil. Bazı hastalıkların görülme sıklığında ve hastalık çeşitlerindeki artış iletişimin küreselleşmesinden ve artık her şeyi duyuyor olmamızdan kaynaklanmıyor; duyuyoruz, görüyoruz çünkü vücut yükümüz arttıkça hastalıklar, bozukluklar, sendromlar da çeşitlenerek artıyor.

Böyle bir ortamda ise çocukların işi giderek zorlaşıyor. Gelişmekte olan ve hücre üretme aşamasında maruz kalınan kimyasallar geri dönülmez sorunlar yaratıyor. Üstelik yetişkinler için zararsız sayılabilecek bir doz anne karnındaki bebek için yeterince çok olabiliyor. Kimyasalın sadece miktarı değil bazen zamanlaması da önem kazanıyor. Örneğin fetüs, bebek ve çocuk gelişiminde olağanüstü önem taşıyan hormonlar, yetişkinler için normal bedensel fonksiyonların devamının sağlanması açısından çok önemli. Aslında hormon sistemimiz büyüleyici bir sistem, çünkü bedenimizdeki hormonlar çok az miktarlarda üretiliyor ve belirli zamanlarda aktif oluyorlar. Lakin miktarlarına kıyasla etkileri çok, ama çok büyük. Öyle ki yanlış zamanda çok düşük dozda bile olsa bir endokrin/hormon sistemi bozucuya maruz kalmanın bedelini ödemek bir ömür sürebiliyor. Örneğin gelişmekte olan fetüs, hormonmuş gibi yapan (yani yapısı bir hormona benzeyen) yabancı bir kimyasalı gerçek hormon sanıp gelişmekte olan dokulara yanlış bir “sinyal” göderebiliyor. Çok erken evrede oluşan böyle bir hata bebeğin gelişmekte olan bağışıklık sistemine, üreme veya sinir sistemlerine kalıcı olarak zarar verebiliyor. Bu etkiyi teyit eden haberlerin çoğu vahşi doğada yapılan araştırmalar sonucu saptanmış, insanlar üzerindeki etkiler ise son zamanlarda ortaya çıkmaya başlamış.

Hastalıklar ile söz konusu kimyasallar arasında bire bir bağlantı kurmayı sağlayacak veriler ya da olanaklar henüz mevcut değil. Yapılan testler belirli kimyasallar üzerine yoğunlaşıyor, oysa maruz kalınan kimyasallar tek başına değil kokteyl halinde geliyor. Örneğin insan vücudundaki ölçülebilen kimyasallardan biri olan kurşun hakkında yapılan araştırmaların sonuçları önlem alınmasını gerektirecek kadar olumsuz çıkınca kurşunsuz benzin, kurşunsuz boyalar üretilmeye ve kullanılmaya başlanmış. Bu önlemler sonucu Amerika genelinde insanların vücudunda bulunan kurşun miktarının düştüğü saptanmış. Kurşuna maruz kalmak çocuklarda zeka geriliğine neden olduğundan, bu mini düşüşün bile anlamlı olduğu belirtiliyor.

Vücut yükü hesaplanabilir mi?

Ne yazık ki, kendi vücut yükümüzü hesaplamanın ya da bulmanın çok basit bir yöntemi yok. Bu konuda İsviçre örneğinden yararlanılması öneriliyor. İsviçre’de devlet tarafından belirli aralıklarla halkın bir bölümünde vücut yükü taraması yapılıyor ve gerekirse alarm veren kimyasallar kullanımdan kaldırılıyor. Bizim açımızdan böyle bir bilince ulaşmak için ya derhal İsveç’li olmak, ya da hayatta kalabilecek olan torunlarımızın torunlarının bir şeyler yapması için dua etmek gerekiyor maalesef.

En azından çocuklarımızı ve gelecek nesilleri elimizden geldiğince hafifletebilmek için ne yapabiliriz?

İlk iş atalarımızın da pek yerinde bir ifadeyle belirttiği gibi “bir elin nesi var, iki elin sesi var” felsefesiyle hareket etmek. Ondan sonra sırasıyla kullanıldıkça besin zincirinde yoğunluğu da artan en tehlikeli kalıcı kimyasalların kullanımdan kaldırılmasını talep etmek. Zehirli olmayan malzemeler kullanan alternatif üretim yöntemleri geliştirmek. Söz konusu havamıza, suyumuza ve toprağımıza karışan kimyasallar olduğunda toplumun, ulusal yönetimlerin ve uluslararası makamların tedbirli bir yaklaşımı benimsemelerini temin etmek. Unutmayalım, umutsuzluğa kapılmak ve birileri bir şeyler yapsın diye beklemek için zamanımız yok. Dileriz çok geç olmadan hem dünyamızda hem de ülkemizde şaşırtıcı güzellikte ve hızda gelişmeler gerçekleşir.

Bireysel olarak yapılabilecek olanlara gelince, Washington’da yakın zamanda yapılan araştırmalar “organik besinler tüketen ve evlerinde böcek öldürücülere maruz kalmayan çocukların vücut yükünde kayda değer azalmalar“saptandığını gösteriyor. Bahçesi, balkonu olanlar için bu nispeten daha ulaşılabilir bir seçim, ama çocuklarımızın geleceği için “bahçem yok, ne yapayım” da diyemeyiz. Kiralık hobi bahçeleri var, satış amacıyla organik tarım yapan köyler var, çiftlikler var. Bu köylülerin bir kısmı yamuk yumuk olanlar satılmıyor diye sebzelerin büyük bölümünü ıskartaya çıkardıklarını, bu yüzden de yeterince ekmek parası kazanamadıklarını ve organik tarımdan vazgeçmeye eğilimli olduklarını söylüyordu geçenlerde tv.de. Her zaman alışveriş ettiğimiz büyük, küçük marketlerden organik ürün standları açmalarını kendi adımıza dilekçelerle talep edebiliriz. Böylece organik üreticiler desteklenmiş olur ve  başka köyler de bu işe girmeye gönüllü hale gelir. Sözün özü talep olursa arz kaçınılmaz olacaktır.

Çocukları anti-bakteriyel sabun ve benzeri her türlü malzemeden korumak gerekiyor. Çünkü hijyen sağlayacağı iddia edilen anti-bakteriyel ürünler içinde hormon sistemini çok olumsuz etkileyen triklosan saklıyor.

GDO içeren ürünler ise dünyanın en tehlikeli zehirli kimyasallarını içeren “Round-up” adlı herbisite bulanmış olarak geliyor.

Gelecek nesillere bırakacağımız miras zehire bulanmış bir dünya, mutasyona uğramış genler olmasın. Kirlettik, bari gitmeden bir şeyleri temizleyebilelim.

Güncelleme: Merak edenler için evlerde sivrisineklerle doğal yöntemlerle mücadele konusunda yapılmış güzel bir araştırma Basit Bir Yaşam‘da, BPA konusunda ayrıntılı bilgiler ise Berceste‘ de var.

Yaşamlarımızı kuşatan zehirli tarım ilaçlarının etkilerine karşı kapsamlı bir araştırmayı içeren, roman tadında yazılmış çok ilginç bir kitap olan “Sessiz Bahar”  (yazarı Rachel Carson) artık dlimize çevrilmiş, okumamak büyük aymazlık olur.

Kaynak: http://www.chemicalbodyburden.org/whatisbb.htm

15 Comments

  1. Vakitsizlikten yazamadigim yaziyi yazmissiniz, ben de tesekkur ediyorum. Hatta vakit olsa da neyin nerede nasil zarar verebildigini de yazabilsem. Bilinclenmemiz gerek. Uyutuldugumuz uykudan uyandirilmamiz gerek. Cok gec olmadan! Ingiltere’de sigaraya yasak getirildi. Baslica sebebi neydi biliyor musunuz? NHS(SSK esdegeri saglik kurumu – National Health Service) maliyetlerini dusurmek istedi. Sigara icene ben de bakmam, cok kiloluysa ameliyat etmem demeye basladi! Bizde sunnet cocuklarinin adam oldun artik deyip agzina sigara veren zihniyete de bunu yapmali belki de. Radyoterapi sonrasi cok efkarlandim deyip sigara yakanini da, gunde kac kanserli hastaya baktigini unutup sigara yakan doktoru da biliyorum! Ama gene de birileri duymali sesimizi, dogal dengeleri bozmamayi ogrenmeliyiz bir sekilde…

  2. Evet,çok güzel bir yazı gerçekten.BANA VİCDAN AZABIMI DA HATIRLATTI,çünkü bir süre önce evimizi DDVP ile ilaçladım,biliyorum zararlı ama pireler basınca ortalığı her yeri ilaçlamıştım.ÇOK pişmanım ama ne yapılabilir bu durumlarda?En azından bir daha kullanmak istemiyorum.

  3. Okumalarınız sırasında, fişe takılan Esemmat türü sivrisinek kaçırıcılarla ilgili birşey okudunuz mu?
    Yaz aylarında sivrisineklerden korunmanın tek yolu olarak kullanıyoruz.
    Acaba onlar da çok zararlı mı?

  4. Çok güzel, bir o kadar da ürkütücü bilgiler içeren yazıyı okurken, kendi payıma düşen neleri yapıyorum diye sorguladım kendimi. Oldukça iyi bir yoldayız ailece.Ama sigarayı bir türlü bırakamadığım için nefret duyuyorum bazen, itiraf edeyim:((
    Henüz geç değil, bu gün, hemen, bir yerlerden başlansa bile hâlâ ümit var. Sizden alınacak çok ders ve bilgi var. Bir yerlere kısa kısa notlar alıp, bazı arkadaşlarımla paylaşıyorum yazılarınızı. Tabiatın içinde kendilerine bir yaşam kurup, bir çok şeyden hâlâ haberdar değilmiş gibi umursamayanların da umursamalarını sağlamak gerekir.
    Saygı ve sevgiyle,

  5. Çok doğru,kendi çapımda birşeyler yapsam da kontrol dışında olanlar için yapacak pek bir şey yok.3 boyutlu ultrasonlarla daha doğmadan bebeklerin vücutlarındaki kistler görüntüleniyor.yani bebekler doğmadan hastalar.Bu çok ürkütücü..Teknoloji iyi mi kötümü bilinmez…

  6. Şimdilik en azından Maya’cığım olabildiğince sağlıklı besleniyor, olabildiğince organik ürünler (sadece gıda değil, temizlik malzemeleri, şampuan, sabun vs) alıyorlar diye seviniyorum. Kendi adıma daha katedecek çok yol var. Tabii zararın neresinden dönülse kardır…

  7. Arkadaşlar herkesin yorumlarına ve katkılarına çook teşekkür ediyorum. Bu ve benzeri konularda öğrendiklerimizi, bildiklerimizi hem birbirimizle hem de ulaşabildiğimiz herkesle paylaşmamız gerektiğine inanıyorum.
    Ayrıca, yeri gelmişken:
    Berceste’de “BPA ve Tehlikeye Giren Hayatlar” yazısını tüm anneler, büyükanneler ve adaylar okumalı.
    Asortik Krep’te Çekin Ellerinizi Zeytinliklerimizden” yazısı da her birimizi yakından ilgilendiriyor.
    Mutfakta Zen’de “Kanola yağının zararlarına dair” ve “GDO’lu tohumlar, bitkiler” yazıları da öğren ve herkese anlat türünden.
    Not: Öyle görünüyor ki, sinek kovucularla ilgili ayrıca kısa bir post yapacağım, araştırıyorum ve ilginç şeyler var. Yalnız elimde öyle bir tablet yok, elinde olanlar tablet kutusunun içeriği hakkında mail atarsa, özellikle o maddeleri da araştırmaya çalışırım.
    Sevgiler…

  8. Elinize gönlünüze sağlık… fısıltının gürleyerek bir yerlere varmamızı diliyorum. aslında kesinlikle ben de buna inanıyorum.

  9. Blogunuzu bir suredir ilgiyle takip ediyorum. Paylastiginiz bilgiler cok degerli cok tesekkurler. Bugun yasadiklarimin ustune bu yazinizi okumam cok ciddi karamsarliga kapilmama neden oldu. Bu yaziyi 2009 yilinda yazmissiniz 2014 yilindayiz ve hala insanlar tam gaz dogayi zehirlemeye devam ediyorlar. Bu sene cocuklarimin oynamasi ve onlara dogal yiyecekler sunabilmek adina bir hobi bahcesi
    kiraladim. Bahce ve sebze yetistirmekle hic ilgim olmadigi halde arastirarak( sizin yailarinizin cok faydasi oldu)birseyler yetistirmeye basladim. Bitkiler cicek acmaya basladigi andan itibaren hobi bahcesinin sahipleri ve kiralayan kisilerin buyuk kismi herseyde tarim ilaci kullanmaya basladilar.tirtila tarim ilaci, mantara tarim ilaci.budun epeyce tartistiktan sonra ziraat muhendidiyle gorusmeye gittim.O da bana etki suresi kisa olan tarim ilacini onerdi.Ben iyice sok oldum.Bizim cocuklarimizi nasil bir dunya bekliyor.Ciftcilerin yedikleri ve sattiklari urunleri farkli yetistirdigini ogrendim. Hergun sofralarimizda yemek yerine zehir yiyoruz. Cocuklarimi dusundukce cok uzuluyorum..

    • Maalesef. Üstelik zehirli ve kalıntı bırakan sentetik ilaçların organik alternatifleri veya yöntemleri varken…

  10. Bana domates ve salatalıklarda mildiyo için organik ilaç ve yöntem önerebilirseniz çok minnettar olurum.Bugün bahce sahiplerini en azından bir süreliğine ikna etttiğimi düşünüyorum.Belki bu ilaç ve yöntemleri onlarında kullanmasını sağlarsam sizin sayenizde topragın ve sebzelerin zehirlenmesini önlerim. Saygılarımla…

    • Mildiyö organik olarak baş edilmesi kolay bir mantar hastalığı. %0,5 (yüzde yarım) oranında potasyum bikarbonat çözeltisi + %0,5 (yüzde yarım) oranında ince yağ (ayçiçeği yağı bile olur) yaprakların altına üstüne fısfıslanacak. Yağ su ile kolay karışmadığından uygulama esnasında sık sık hızla çalkalamak gerek. Potasyum bikarbonat bir çeşit kabartma tozudur. Solusyonu alkali yapar ve yağ ile beraber mildiyöye sebep olan mantarları öldürür. Oran daha fazla olmamalıdır, dikkatle tartılarak hazırlanmalıdır. Fazlası yaprakları yakabilir. Uygulama akşama doğru aşırı güneş çekildiktikten sonra yapılmalıdır. Potasyum bikarbonatı hammaddeler.com 1 kg ve 5 kg olarak satıyor, oradan temin edebilirsiniz.

      Külleme gibi hastalıklar için (başka bir mantar türü) sıvı kükürtü ambalajındaki tarife göre kullanabilirsiniz.

      Bakteriyel hastalıklar için organik bakırlı ilaçlar var, onlardan kullanabilirsiniz.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*