Kaf Dağında Var Bir Alem

Kafdağındayız, bir bulut yığını üzerinde, adeta bambaşka bir boyutta… Böyle günlerde gam kasavet ne varsa siliniyor sanki yeryüzünden. Her şey bulutlar altında gözden kaybolunca, bir masal aleminde buluyoruz kendimizi.

Takibi olanaksız, çılgın bir devinim farkettirmeden süregiderken, alabildiğine sessiz ve sakin görünen doğanın, sakin ve huzurlu iki gözlemcisi, büyüyü bozmadan, yavaş ve sessiz dalıyoruz hayatın ve güzelliğin içine.

Masal aleminde pek çok prens ve prenses olabilir. İşte bu da onlardan biri, hızla yetişen bir veliaht, Sekoya.

Bu kadar süslenmek zaman alır tabii, nihayet kristal mücevherlerini bezenmiş, mor tacını takmış gururla bakıyor dünyaya, ne de olsa, o bir prenses, baharın prensesi, mor karnabahar.

Zeytinlerin hükümranlığına daha zaman var, siste saklı siluetleriyle bu alçakgönüllü güzelliğe teslim etmişler hakimiyeti.

O ise beyaz çiçekli tacını, berrak damlacıklarla süslemeyi seçmiş, özenle yerleştirmiş her bir mücevheri goncaları üzerine, eğilip, hürmet ve minnetle selamlamalı şimdi herkes erik ağacını.

Bakın hele, burada da küçük bir prenses varmış, pembeleri takınmış yine, sanki tüm dünya durmuş, ona bakıyor.

Aynaya sormaya ne hacet, yok ki senden güzeli dedirtiyor masum, büyüleyici endamıyla güzeller güzeli şeftali.

İşte onun meziyeti herkese örnek, “beklerim sıramı takınmadan önce tacımı, günüm geldiğinde dile getirirsiniz hakediyorsa övgüleri güzelliğim” diyor naşi armut ağacı.

Bu sadeliğin altında aklın, ilhamın ve belleğin hakimi saklı, Ophelia’nın Hamlet’e “Bu biberiye… hatırlanma için” diyerek uzattığı, doyumsuz kokusuyla gönüllere işleyen sessiz, kadim, bilge kraliçe.

Sanki tacını umursamadan elinin tersiyle itivermiş, haylaz bir prens o, dağların prensi, dağ çileği.

Lalelerin efendisi de lütfetmiş, pek kibirli, pek şık. Yüz vermez öyle gelene, geçene, dünyaya şöyle bir uğrar bu aralar, sonra dalar yine kendi alemine.

İşte bulutlar üstünde resm-i geçit yeşil mi yeşil, cazip mi cazip, gizemli mi gizemli.

 

Böyle bir alemin Selviler gibi endamlı muhafızları olmalı elbet, dört mevsim uyanık, dört mevsim nöbette…

Bu aleme girmek için tek yapılması gereken gözleri kapatıp, yüreğin en derinlerinden orada olmayı, bu alemin bir parçası olmayı dilemek ve ağırlıkları arkada bırakmak.

Sonra bir bakmışsınız bulutların üzerinde, kafdağınızdasınız. Gözlerle birlikte gönülleri de açan güzelliklere dalmak hepimiz için pek mümkün.

12 Comments

  1. Çılgın kalabalıklardan kaçıp bu müstesna ve güzel yere yerleşmenizin ödülünü doğa sizlere muhteşem bir gösteri ile sunuyor.Bu güzellileri bir de bu şekilde güzel bir anlatımla dle getiriyorsunuz ya sanırım arkadaşlarınızdan şehirde kimse kalmayacak.Ben de kendi bahçeme börtü böceklerime kavuşmak için gün sayıyorum.
    Size bu güzel ilkbahar günlerinde mutluluklar diliyorum.Sizi gıpta ederek izlemeye devam ediyorum.Saygılar..

  2. gözlerimi kapatıyorum ve diliyorum oraya varabilmeyi! emek ve doğayla bu kadar iç içe yaşanan hayattan çıkacak en rafine şeylerden biri de şiir olsa gerek ve burada akseden hayatta hep şiirsel bir güzellik buluyorum her defasında:) darısı bizim hayatlarımızın başına:))

  3. Darısı başınıza, gönülden dileğinize biz de içtenlikle katılıyoruz. İnşallah her şey umduğunuzdan çok daha güzel, beklediğinizden kat be kat kolay olur:) Sevgiler…

  4. Gerçekten hayran oldum durduğunuz coğrafyaya. Birde karnıbahara. Tam bir prensese gerçektende.
    Tohum alınca bizleri de unutmayın lütfen..

  5. Ben ordayım aslında, ruhum orda…
    Ama bedenim burda, şehirde ağırlıkların içinde kalakaldı…
    Tek bir iş kaldı şimdi, bedenimi ruhuma kavuşturmak…

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*