Kıldan ince, Kılıçtan keskin

Kuşların pençesi kanadı
Çöllerin ıssızlığı
Ormanın ruhu olmalıyım…
İnsanların doğrusu yalanı
Zamanın bugünü yarını
Her şeyin farkına varmalıyım

(Kızılderili Şarkısı)

Bizler henüz mecaz nedir bilemeyecek kadar küçükken, bir “Sırat-ı Müstakim” öyküsü anlatılırdı. Bu öyküye göre insanlar öldükten sonra sırat-ı müstakim denilen kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüden geçmek zorunda kalacaklardır. Bu köprünün altındaki derin uçurumda cehennemin azgın alevleri, karşı kıyısında ise cennet bahçeleri vardır. Sadece dünyada günahsız kalmayı başarabilenler bu köprüyü uçarcasına geçebilecek, diğerleri ise istenmeyen sonla yüzyüze kalacaktır. Günah nedir bilmeyen çocuk aklı ve hayal gücüyle öykünün ne kadar dehşet verici olduğu üzerinde değil de, bu kadar ince ve keskin bir yolda, düşmeden nasıl yürünebileceği üzerinde pek kafa yorduğumu hatırlıyorum.


Andreas Roeder

Yıllar geçip, akıl başa gelince, sözü edilen bu iki kelimenin aslında “dosdoğru yol” anlamına geldiğini, öyküde söylendiği gibi ölümden sonra geçilmeyeceğini, aksine yaşam boyu bu köprü üzerinde yürümeye çalışacağımızı öğrenecek ve bu yola atfedilen “kıldan ince, kılıçtan keskin” tanımının ne kadar da doğru olduğunu hayatın her alanında hissedecektim.

Haliyle “kıldan ince, kılıçtan keskin” bu yol, zamanla bir ömür sürecek bir arayış ve araştırmanın da adresi haline geldi. İlk adım “doğru” ya da “gerçek” olanı ayırt edilebilme becerisini kazanabilmekti. Hemen herkesin kendine ait ve farklı bir pencereden baktığı ve farklı şeyler algıladığı bir ortamda “gerçek” ve “doğru” olan algıyı bulabilmenin çetrefilliği, işte bu yolu böylesine zorlu hale getirmektedir.

Vaktiyle çeşitli arayışlar ve araştırmalar sırasında kitaplarında pek çok soruma yanıt bulduğum Sayın Doğan Cüceloğlu, “İonna Kuçuradi“nin “İnsan ve Değerleri” kitabından,aynı adlı yazısında şöyle bir alıntı yapıyor:

Böyle bir problemi araştırmaya yönelmemin nedeni, her gün adım başında rastladığımız bir olgudur. Hayretle karşılarım hep bu olguyu. Ama bunun doğurduğu sonuçları göre göre, bende bu hayretin yerini bir başkaldırma isteği aldı. Ancak kalemle ne kadar başkaldırılabilir ki!

Sözünü ettiğim olgu, aynı insanların, aynı olayların, aynı durumların, aynı eylemlerin, aynı kararların, aynı eserlerin, hatta aynı fenomenlerin farklı kişiler tarafından farklı şekillerde değerlendirilmesi, farklı şekillerde yorumlanması, farklı şekillerde açıklanmasıdır.

Sn. Cüceloğlu bu alıntıyı “Yanlış mı okuyorum diye tekrar okudum. Hayretler içinde kaldım. Bugün psikolojiye giriş dersini alan bir öğrenci yaşamın şu gerçeğini bilerek bu dersi bitirir: olayların anlamı yoktur; birey kendi anlam verme sistemi içinde olaylara anlam verir” diyerek yorumluyor.

O halde, tek bir doğru veya tek bir gerçek vardır veya yoktur diyebilir miyiz? Ya da başka bir ifadeyle, bu işin içinden nasıl çıkacağız, o yolu düşmeden, sapmadan nasıl aşacağız?

Kendi penceremden baktığımda, bunca göreli “doğru” ve “gerçek” arasında mihenk taşı oluşturacak, evrensel geçerliliği olan değerleri pusula gibi kullanarak doğru yolu bulmaktan başka bir çıkar yol göremiyorum. Bunlar, tüm kutsal kitaplarda ve kadim belgelerde de yer alan, insanlığın benliğine derinlemesine işlemiş değerler. Bu da beni, insanoğlunun “erdem” adıyla andığı onur, adalet, özü-sözü bir olmak, alçakgönüllülük, paylaşım, sevgi, merhamet, özdenetim, ölçülülük gibi kavramlara yöneltiyor. Muhakemelerimi bu değerlere göre yapmam gerektiğini düşünüyorum, lakin bir sorun var: günümüzde anlamından koparılarak, içi boşaltılarak elimizden alınan pek çok değer ve kavram gibi “erdem” kelimesine de yepyeni, tanımadığımız anlamlar yüklenmiş.

İçinde yaşadığımız düzende, kabul gören ve erdemmiş gibi bize dayatılan bu kavramlar ya da “değerler” artık öylesine farklı ki, bir kısmımız kendimizi çocuklarımızı yetiştirirken eski erdemlere göre mi, yoksa yeni erdemlere göre mi yetiştirirsek daha mutlu olacaklarını hesap etmek zorunda hissediyor. Bir yandan, açgözlü, kurnaz, saygısız, kendine müslüman, yalancı, rekabet ortamında acımasız, hırslı, vurdumduymaz, “para kazanmaya ve harcamaya” diğer bir deyişle “ne pahasına olursa olsun hızla köşe dönmeye” kilitlenmiş bireyler olarak yetişirlerse bu acımasız toplumda daha rahat, üzülüp kırılmadan bir hayat sürebilirler kuşkusu geçiyor usulca zihnimizden. Öte yandan, eski erdemlerle yetişirlerse yeni erdemlere ayak uyduranların ayakları altında kalma olasıklarına, değişen başarı tanımına uymamalarına karşılık kendine ve karşısındakilere karşı dürüst ve tutarlı olabilme, saygı gösterme ve görme, paylaşma sevinci, adil olmaya çalışmanın verdiği vicdani huzur, güven ve sevginin sıcaklığı, merhametin hafifliği gibi muhteşem ve insanı insan yapan duyguları tadabilirler. Üstelik benliğimize kazınmış bu değerlerle yaşamak doğamıza daha uygun ve bundan yalnızca kendileri değil, dünyadaki tüm canlılar kazançlı çıkar.

İster istemez, terazinin neden ve ne zaman ayarını kaybettiğini düşünüyor insan. Bu aşamada, yeni, sözümona erdemlerin nereden çıktığını, nasıl olup da toplumun zihnine işlendiğini ve kimin çıkarına hizmet ettiğini sorgulamak gerekiyor.  O zaman ilk akla gelen daha fazla güç ve para için, yaptıkları silahlara pazar yaratmak üzere savaş çıkartmaktan çekinmeyen; vazgeçilemez bir güç haline gelmek için tohumları bile patentleyen; korkunç sonuçlarına karşın sentetik kimyasalları yediğimiz her lokmaya kadar sızdıran; su ve yaşam kaynaklarımıza göz diken; biyolojik çeşitliliğimizi ve temiz hava alma özgürlüğümüzü tehdit eden; açgözlü, küresel veya yerel büyüklü, küçüklü şirketler oluyor. Bunlar, açgözlülüğü, bozuk düzeni ve yeni “değerleri” benimsemiş bireyleri, grupları, kurumları rol modeli olarak öne çıkartan söylemler, göstergeler ve söylentilerle, insanları sürekli bombalayan medya, reklam ve politikalar aracılığıyla duman gibi her çatlağa sızmış, sinsice akıllarımızı bulandırmışlar. Eski ve gerçek erdemleri, anlamlı ve hayatımızı zenginleştiren değerleri unutturmaya, köprüden düşerken herkesi kendileriyle birlikte sürüklemeye ant içmişler.

Herhalde, bugünlerde pek çoğumuzun kaçış yolları aramamız biraz da bu yüzden; gerçek erdemlerin yeniden değer kazandığı, tüm canlıların önemsendiği, yavaşlayacağımız, basitleşeceğimiz, güven içinde, mutlu ve huzurlu bir yaşama duyduğumuz özlemden…

Bilenler bilir, etraf ne kadar sisli, dumanlı olursa olsun, “kıldan ince, kılıçtan keskin” o yolda yürümeye çalışanlar yırtıcı dikenlere, tümseklere, taşlara rağmen, el yordamıyla da olsa ilerlemeye çalışırlar. Pusulaları onur, adalet, doğruluk, dürüstlük, alçakgönüllülük, paylaşım, sevgi, merhamet, gibi değerlerdir. Doğruyu aramaktan, doğru bildiklerini ne pahasına olursa olsun dile getirmekten kaçınmaz, hiç bir şeyden ve kimseden korkmazlar.

Çünkü onlar bilirler ki, bu yolun sonunda adil, tertemiz, mutluluk ve umut dolu, tüm canlıların birbirleriyle kaynaştığı cennet bahçeleri, yeniden rayına oturmuş bir dünya var. Çünkü bilirler ki, bu ahlaki dönüm noktasında dünyayı, insanlığı ancak gerçek erdemlere dönüş kurtaracak.

Ve onlar çok iyi bilirler ki kurnazlık  akıllılık değil yalnızca kendini kandırmaktır ve açgözlülük bir erdem değildir.

17 Comments

  1. Tsoai -Talle’nin Neşe Şarkısı

    Ben bir tüyüm açık gökyüzünde
    Bu düzlükte dörtnala koşan o mavi atım
    Ben parlayan ve suda dolanan o balığım
    Ben çayırların sevinci – akşam güneşiyim
    Ben rüzgarla oynayan bir kartalım
    Ben ışıldayan damlalardan bir güvercinim
    Ben en uzak yıldızım
    Ben sabahın serinliğiyim
    Ben yağmurun vurmasıyım
    Ben donmuş kar üzerindeki parıltıyım
    Ben ayın göl üzerindeki uzun yansımasıyım
    Ben dört renkli bir alevim
    Ben görüntüsü alacakaranlıkta kaybolan geyiğim
    Yaban kazlarının kış göğünde
    uçarken çizdikleri açıyım
    Ben kurt yavrusunun acıkmasıyım
    Ben bunları saran rüyayım

    *
    Anlıyor musun – ben yaşıyorum ben yaşıyorum
    Ben dünya ile iyi ilişkiler içindeyim
    Ben tanrılar ile iyi ilişkiler içindeyim
    Ben güzel olan her şey ile iyi ilişkiler içindeyim
    Anlıyor musun – ben yaşıyorum,
    Ben yaşıyorum.

    Bu şiir Kiowi Kızılderilisi Scott Momaday’a aittir. 1934 yılında doğmuş olan bu şair, ırkının en tanınmış, yaşayan yazarlarındandır ve House made of Dawn isimli romanı için 1969 yılında en önemli edebiyat ödülü olan Pulitzer ödülünü kazanmıştır. Kızılderili dilindeki başlığı Tsoai – Talle yani Kaya-Ağacı-Oğlanı.

    Kaynak : Tanrı Taşta Uyur
    Rudolf Kaiser
    Dharma Yayınları

  2. Kaybedilen değerlerin yeniden kazanılması,bozulan toplumsal dokumuzun yeniden kazanılması bence artık mümkün görülmüyor.Kapitalizmin vahşiliği içindeki bu tünelden kendinise bir delik bulup çıkabilen bütün erdemli insanlara, nesli tükenmekte olan bu ayınlığa selam olsun diyorum.Çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.

  3. Karamsar olmak zor değil, zor olan çılgın bir fırtınadan sonra gökkuşağı gibi gülümseyebilmek… Bazen görünmez bağlar bağlar birbirimizi. Günde kaç kez aklıma düşerse meyveli tepe, uyandığımda beni minnetle gülümsetirse hala güzel umut tohumlarımız var demektir insanlık için. Bunu sağlayan insan ya da ötekiler insansa bizim şu kuşlar gibi kanatlarımız var ama sadece biz biliyoruz, ötekiler görmüyor 🙂

  4. Çok güzel bir yazı okudum bu sabah ve içim yine umutla doldu. Sağduyu mutlaka galip gelecektir. Yeter ki çocuklarımıza bizlerin özümsediği sağduyulu değerleri aşılayalım. Bu güzel yazınız için tekrar teşekkürler Sn MeyveliTepe.

  5. Çok güzel bir yazı olmuş. teşekkürler. Böyle konulara değindiğiniz için ayrıca bir teşekkür daha. Ben geleceğe dair umutla doluyum. Sözüm ona erdemlilerin mutlu olduklarına inanmıyorum. Dışarıdan öyle görünselerde vicdanları cüzdanları kadar rahat değildir. Kıldan ince kılıçtan keskin sırat-ı müstakimden geçerken yaratılışımızda zaten var olan inceliği kaybetmemek ve kaybettirmemek dileğiyle.

  6. Okuyunca tüylerimin diken diken olduğu, gözlerimin nemlediği benim için çok anlamlı yürekten yazıyı paylaştığınız için sonsuz teşekkürler, kalbimden geçenleri, zihnimde var olanları büyük ustalıkla kaleme döküp bunu yaşamak isteyipte yaşamayanlara tekrar hatırlattığınız tekrar sonsuz teşekkürler,
    Santini ve siyah dometeslerinizin çekirdeklerini çoğalttım tüm dostlarıma veriyorum, sizin armağan ettiğinizi de özellikle belirtiyorum.
    Sağlığınıza duacıyım.
    Saygılarımla,

    • Güzel sözlerle duygularını paylaşan herkese çok teşekkür ediyoruz:)

  7. Bilenler bilir, etraf ne kadar sisli, dumanlı olursa olsun, “kıldan ince, kılıçtan keskin” o yolda yürümeye çalışanlar yırtıcı dikenlere, tümseklere, taşlara rağmen, el yordamıyla da olsa ilerlemeye çalışırlar. Pusulaları onur, adalet, doğruluk, dürüstlük, alçakgönüllülük, paylaşım, sevgi, merhamet, gibi değerlerdir. Doğruyu aramaktan, doğru bildiklerini ne pahasına olursa olsun dile getirmekten kaçınmaz, hiç bir şeyden ve kimseden korkmazlar.

    Çok beğendim kaleminize sağlık.

  8. Sevgili Meyvelitepe,
    Benim gibi birçok kişinin duygularına çok güzel bir şekilde tercüman oldunuz bu yazınızla. Bende birçok kez aynı ikilemde kalıyorum. Çocuklarıma doğruluk ve dürüstlüğün önemini, sevgi ve hoşgörülü olmanın insanın vicdanını nasıl rahatlattığını dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Fakat sizin de dile getirdiğiniz gibi paranın ve para gücünün her şeyin önüne geçtiği günümüzde bu şekilde yetişen bireylerle beraber aynı yolda yürüyeceklerini bilerek, çoğunlukta olacağını düşündüğüm bu gurubun içinde ezilip mutsuz bir hayat geçirecekleri düşüncesi zaman zaman beni karamsarlığa sürüklemiyor da değil. Doğruluğun, dürüstlüğünün, sevgi ve hoşgörünün egemen olduğu, barış dolu bir dünya dileğimle. Tekrar teşekkürler.

  9. Bu kadar guzel bır blogu bu kadar mı gec kesfeder ınsan:((( mukemmel….

  10. Değerli dostlar Merhaba,

    Küçük bir katkıda benden olsun istedim.

    Yunus Emre Hazretlerinin Sırat köprüsü ile ilgiliğ
    çok güzel bir dötlüğü aklıma geldi anlayana ne güzel bir şifre ile sıratın nerede olduğunu bildirmek.

    SIRAT KILDAN İCEDİR
    KILIÇTAN KESKİNCEDİR
    VARIP ANIN ÜSTÜNE
    EVLER YAPASIM GELİR

    Kıldan ince ve kılıçtan keskin olan sırat köprüsü
    yaşadığımız bu Dünya hayatıdır.
    Bunun üstüne ev yapan da var gökdelen yapan da var.

    İncelik ve keskinlik bunların hesbını vermekten geçecektir.

    Cümlenizin sırat köprüsü geniş ve kısa olsun.

    Selamlar

    Cesur

  11. ahh..ne kadar kotusunuz!
    Nasil da ucurdunuz coktan kanatsiz kalmis kuslari icimdeki?Guzel olan hayal olarak kalandir sanirdim..yaniliyorsun diyorsunuz.Kizginim Resmis’e cok kizgin..neden acti bu kapiyi?
    Cok tesekkur ederim ulkemden boyle manzaralarla karsilastirdiginiz icin…
    Nadir.

  12. Keşke din derslerinde çocuklara, sırat köprüsünün yaşadıkları hayat olduğu, anlayabilecekleri şekilde anlatılsa!….. Belki yaşaığımız bunca sorunlar biraz olsun hafiflerdi. Her şeyin değer ölçüsü para olunca, insani değerler de altüst oluyor. Amaca ulaşmak için her yolu mübah gören anlayış, bizim inancımızla bağdaşmıyor. Maalesef ahlaki eğitimi iyi olmayan insanlarımız kolayca bu tuzağa düşmekte. Modernleşmek için illa Batıyı taklit etmemiz gerekmez. İnsana ve doğaya saygılı, bilimsel bir model geliştirilebilir.
    Gerçek hazinenin temiz vicdan ve temiz doğa olduğuna inanırım. Bunları kirleterek elde edilebilecek hiç bir şey, incik boncukdan daha değerli deyildir. İşte asıl sınav, bunu başarıp başaramamaktır.

  13. Evet sırat köprüsü üzerinde ev yapılabilir; dosdoğru yoldan kazanmışsanız. Diğer türlü yapılanları görüyoruz!…

  14. Bulduğum her fırsatta yazılarınızı okuyorum. Biyoloji bölümü öğrencisiyim. Bir dönem sonra mezun olacağım. Ülkemizdeki önemli üniversitelerden birinde eğitim alıyorum. Bir ders için sunum konuları dağıtılırken GDO konusu bize çıkmıştı. Her yönüyle inceledik tabii ama sunumun tartışma kısmında fikrimizi açıkça belli ettik. Aklımın hala almadığı bir eleştiriyle karşılaştık hoca tarafından. “Çocuklar GDO’nun karşısında duramazsınız”. Karşı durmaya çalışmak aptallık olura kadar gitti hatta. Bilim adamı olmanın gereklerini ne kadar objektif olunması gerektiğini anlattı. Ve uzunca bir konuşma yaptı. İçim bir açıdan rahat çünkü sınıf arkadaşlarımız bizden daha çok çabaladı böyle olmaması gerektiğini anlatabilmek için. Ama diğer taraftan da bu kadar iyi bir üniversitede bir hocanın öğrencilerine sonu ne olursa olsun bilim bilimdir gibi görüş bildirmesi insanı epey düşündürüyor, korkutuyor. Ben bu yaşta sizinki gibi bir yaşamın özlemini çekiyorum. Mezun olup şehrin karmaşası içinde bir yerlerde çalışıp aynı karmaşada bir evde yaşama fikri çok üzüyor beni. Sizleri tebrik ediyorum. Köprünün üstüne mükemmel bir ev yapabildiğiniz için..

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*