Chinampa’ların ışığı – 2

Dilimiz, kendi lisanımızda üretilmemiş bilginin anlatılmasında bazen yeterli olmayabiliyor. Bu güne kadar başka bir çok kişi gibi kimyasal gübrelerin çevreye, toprak ve sulara zarar verdiğini söyledik. Gerçekten de öyle, kimyasal gübreler toprağa, suya, genel olarak çevreye zarar verirler. Fakat bitkiler beslenmek amacıyla kökleriyle alınabilir formda azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, kükürt, demir vs. gibi, her biri elementlerin ünlü periyodik tablosunda ifade edilen minerallere ihtiyaç duyarlar.

Bu elementlerden birinin eksik ya da fazla oluşu bitkinin büyümesinde, fotosentez yapmasında, çiçek açıp meyve bağlamasında, meyvesinin sevdiğimiz lezzette olmasında etkisi olur. Burada anahtar kelime “kimyasallar” olsa gerek. Kimyasal gübrelere karşı çıkış bir bakıma kimyasal sözcüğünü de mahküm ediyor. Oysa kimyasal olmayan hiç bir madde yok ve her şeyin periyodik tabloda mutlaka bir karşılığı var.

Bir önceki yazının başında, domateslerdeki kalsiyum elsikliğini yapraktan vererek gidermenin yöntemi olarak 38 gr kalsiyum asetatı (C4H6CaO4.H2O) 20 litre suda eritip yapraklara püskürtün deseydim bir çok kişi uzun kimyasal formülü görünce bu da ne diyecekti belki. Oysa yumurta kabuğu kalsiyum karbonat, sirkedeki %5 asetik asit ile reaksiyona girince geriye kalsiyum asetat, su ve karbon dioksit kalır (kabarcıklar). İster yumurta kabuğu ve sirke, ister saf kalsiyum karbonat ve asetik asit, ister hazır kalsiyum asetat kullanın bu uygulama yapraklara 120 ppm kalsiyum verilmesini sağlar.

[CaCO3 + 2CH3COOH → Ca(CH3COO)2 + H2O + CO2]

Bu yüzden hidroponik üretimde kullanılan mineralleri doğru konumlandırmak süreci anlamamız, hatta toprak ekolojisini anlayıp doğru yorumlayabilmemiz için de elzem.

Biraz etrafından dolaşalım.

Diyelim ki markete gittik ve raflardaki şişe, kavanoz ve kutulardan birer ikişer sepetimize attık. Sonra eve gidip gözlüğümüzü taktıktan sonra ambalajları okumaya başladık. Hemen hemen hepsinde bizlere besin olacak içeriklerin dışında ayrıca başka maddeler de olduğunu gördük. Söz gelimi tartrazin (E102) ve sodyum benzoat (E211) maddelerine vücudumuzun besin olarak hiç ihtiyacı olmadığı gibi bunlar ve benzeri bir çok maddenin kronik hastalıklarla bağlantılarını ifade eden bir çok yayın var. Bazı ülkelerin ilgili devlet kurumları kendilerince bu maddelerin kullanımına belli oranlarda izin vermiş. Kimininki daha düşük, kimininki daha yüksek. Oysa hangi ülkede yaşıyor olursa olsun insanın diyetinde bu maddeler yer almıyor, olası olumsuz etkileri de ülkeden ülkeye değişmiyor. Bu maddeler beslenmemiz için değil, kutuların şişelerin satılabilmesi için gerekli görülmüş. Her nasılsa gıda maddelerinde içindekileri yazmak zorunlu kılındığı için okumak kolay olmasa da yazılıyor. Böyle bir zorunluluk olmamış olsaydı haberimiz de olmayacaktı. Burada öncelikle karşı çıkmamız gereken, gerçekte besin olmayıp satış sürecinin gereksinimi gerekçesiyle bizlere bir bakıma zorla yedirilen bu maddelerdir, öyle ki besin olanların kalitesi, orijini vb. ise ikincil olarak sorgulanması gereken şeyler olarak kalıyor (örnek; soya lesitini, glikoz şurupları vs.)

Kimyasal gübrelerde de durum çok farklı değil. Bir çok dolgu ve kaplama maddesi vs. Üstelik bunların gıdalarda olduğu gibi belirtilmesi zorunluluğu da yok. Toprakta kullanıldığında fazla ve/veya zamansız kullanımı, dolgu ve kaplama maddelerinin neler olduğuna da bağlı olarak toprak mikroorganizmalarının öldürülmesi, toprakta kalıcı tuzluluk yaratılması, yeraltı sularına ve akarsulara amonyum ve fosfor karışması ise cabası.

Hidroponik ve genel olarak topraksız tarımın toprak bağımlılığı yok, şart olmamakla beraber genellikle örtü altında yapılıyor. Topraklı tarıma uygun olmayan yerlerde, çöllerde, kayalıklarda, binaların teraslarında, balkonlarda vb. pek çok yerde uygulanabilir bir teknik.

Biz de nematod yüzünden latin çiçeklerine terkettiğimiz alanın üzerine kurduğumuz sehpalara içine coco-peat doldurduğumuz bu iş için özel imal edilmiş poşetlerde yapmaya karar verdik. Planladığımız denemelerde esneklik sağlayabilmek için farklı içerikte besin solusyonları hazırlayabileceğimiz iki ayrı depo kullanıyoruz. Depolarda kullanacağımız suyu basit bir reverse ozmos filtresinden geçirerek elde ediyoruz. Böylelikle sudaki hakim olamadığımız mineral iyonlarından kurtulmuş oluyoruz. Hidroponik temelde bir su kültürü olmasına rağmen su sarfiyatı çok az. Bu yüzden damla damla elde ettiğimiz reverse ozmos suyu yeterli olabiliyor.

Denemelerimizde bir depodan besin sağlanan kıvırcık marul grubu, diğer depodan beslenen domates ve kaliforniya biber grubuyla başladık. Kıvırcıklar kısa sürede büyüdüler, artık hasat ediyoruz. Domates fideleri epey gelişti, ilk çiçeklerini açtılar. Biber fidelerini yeni diktik.

Besin solusyonları için başlangıçta hidroponikte genel olarak uygulanan standart yöntemlere aynen sadık kaldık. Hem kıvırcıklarda hem de domateslerde Howard Resh’in kıvırcık ve domates formüllerini uyguladık. Gerekli mineralleri kalsiyum nitrat, potasyum nitrat, potasyum sülfat, magnezyum sülfat, mono potasyum fosfat vb. hammaddeler ile sağladık. İz elementleri ise gerekli metallerin sülfat tuzlarından elde ettik. Kıvırcıklarda demir ve bakırı edta ile şelatlayarak köklerin rahatça alabileceği forma soktuk. Domateslerde ise standarttan biraz saparak edta yerine bir organik şelatlayıcı olan fulvik asit ile şelatlamayı tercih ettik. Bugüne kadar sentetik şelat ajanı edta yerine  organik fulvik asit kullanmamızın olumsuz bir etkisini görmedik. Fideler herhangi bir demir eksikliği belirtisi göstermedi. Aksine fulvik asitin şelatlayıcı olma dışında bitki fizyolojisi üzerindeki başka olumlu özelliklerini izlemeye çalışıyoruz. Fulvik asit, besin eriyiklerinde standart ile başlayıp adım adım saparak organik girdilere daha çok yer verme stratejimizin de bir parçası. [1][2][3]

Bu denemelerde ilginç bir gözlem yapma imkanımız da oldu. Seranın güney tarafındaki iki ada organik, kuzey tarafındaki iki ada hidroponik durumda. Hidroponik sistemde yetişen kıvırcıkların aynı yaşta, aynı çeşit, aynı gün dikilmiş organik olanı da var. Artık hasat olgunluğuna gelen hidroponik kıvırcıkların organik adadaki eşlenikleri arasında karşılaştırma yapma imkanımız var. Büyüme hızları, renkleri, yaprak büyüklükleri ve hatta lezzetleri arasında duyumsanabilir bir fark olmadığını gördük.

Hidroponik kıvırcıklar birer dakikadan günde altı kere otomatik olarak besinli su ile sulanıyorlar. Organik kıvırcıklar ise iki günde bir hortumla artezyen suyumuzla bolca sulanıyorlar. Hidroponik kıvırcıklara verdiğimiz besin içeriği, solusyonun PH ve EC değerleri kitabına tam uygun ve ideal değerlerde, bir gramın yüzde biri mertebesinde hassas tartılarak hazırlanıyor. Organiklerde ise toprakda ne varsa onu alıyorlar, en son sonbaharda keçi gübresi vermiştik. Aynı gün dikilen aynı çeşit fidelerin farklılaşmadan gelişmiş olmaları organik adadaki toprağımızın canlı ve yeterli besinlere sahip olduğunu gösteriyor ki, bu bizim açımızdan ayrıca memnuniyet verici bir durum. Aylar önce verilmiş keçi gübresinin toprakta daha önceden var olan diğer besinlerle beraber yok olmadan kalması, dikilen fideleri çok sonra bile beslemeye devam edebilmesi toprak ekolojisinin bir sonucu ve bu yazının devamında ondan da biraz detaylı olarak bahsetmemiz gerekiyor.

[1] Mechanisms of plant growth stimulation by humic substances: The role of organo-iron complexes  Y. Chena, C.E. Clappb & H. Magena

[2] Humic Substances in Biological Agricultural Systems article by Gary Zimmer

[3] Article 4-2 Hydro Humates by Dr. Lynette Morgan

2 Comments

  1. Günaydın Meyvelitepe. Son iki gün sabahtan akşama besin elementleri, formları, alınabilirlikleri vb konulara kafa yormaya devam etmişken bu yazınız da üzerine geldi 🙂

    Diğer konu da yine öyle; bizim bölgede domateslerdeki en büyük sorun çiçek burnu çürüklüğü; tarifi uygulayacağım. Bu konuda (kalsiyum eksikliği) organik üretim sertifikası olan ve yine yapraktan uygulanan birkaç ürün var, piyasada bulunuyor ( Multi green Ca ve Disper Ca GS) ama hiçbiri evde hazırlanan reçetelerin verdiği hazla boy ölçüşemez. İşin güzel yanı bu; hemen her aşamada, problemlerin çözüm arayışları ve buluşları da dahil, yetiştirdiğimiz bitkileri henüz yemeden türlü tatları almaya ve doymaya başlıyoruz 🙂
    Hoşça kalın, sevgiler, saygılar…

  2. sayın meyvelitepe sizi 3 seneden beri takip ediyorum sayenizde çok şeyler öğrendim ve uyguladım bizimde izmir kemalpaşa nın bir köyünde dağ evimiz var köyümüzde organik tarım yapılıyor ve senenin belli zamanlarında tohum şenliği düzenleniyor bizde kendi çapımızda toprakla uğraş veriyoruz bilgilerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*