Karbon, Karbon Hasatı, Organik madde ve Kompost – Bölüm 2

Organik Madde

Agaclar.net forumda, ülkenin her yerinden insanların topraklarının durumlarını gösterir analiz raporlarını paylaşıp başka üyelerden fikir aldıkları bir bölüm var. Son bir kaç yıla ait raporlardan, toprağın üst tabakasının durumunu (0-30) gösteren 48 adet raporun, organik madde ölçümlerini bir tabloya toplayıp incelemeye çalıştım. 48 raporun organik madde ortalaması %1,59. Bunlardan 12 tanesi %1’in altında, sadece 4 tanesi %3’ün üzerinde. Başka kaynaklar ülkemizdeki tarım arazilerinin organik madde oranlarının %2’nin altında olduğunu söylüyor (1). Dolayısıyla 48 raporun ortalamasının, ülkemiz tarım topraklarının durumunu göstermekte yeterli olduğunu düşünebiliriz.

Ülkemizdeki ortalama % 1,59, oysa, sağlıklı bir tarım arazisinde organik madde oranının en az %4 olması gerekiyor. %1’in altındaki organik madde oranına genellikle çöllerde rastlanıyor (2). Buna bakarak ülkemiz tarım arazilerinin kısmen çölleşmiş, genel olarak da çöl olmasına pek bir şey kalmamış diyebiliriz.

Toprak organik maddesi, başta bitkiler olmak üzere her türlü canlının çeşitli ayrışma seviyelerindeki kalıntılarından oluşur diyebiliriz. Kimyasal olarak topraktaki organik maddenin %58’inin karbon olduğu varsayılır. Önceki yazıda alıntıladığımız, “Karbon dünya üzerindeki yaşamın omurgasıdır” sözünü hatırlayalım. Aynı söz her yerde olduğu gibi toprakta da geçerli. %58’i karbondan oluşan toprak organik maddesi, topraktaki yaşamın da omurgası. Yani toprakta organik madde varsa toprak canlı, yoksa cansız dersek abartmış olmayız.

Havadaki karbonun toprağa organik madde olarak inmesi, havadaki karbonun azalması, en azından artmaması gezegenimizin çok da uzak olmayan geleceğinde hayati önem taşırken, toprakta organik maddenin olup olmaması bugünümüzü de doğrudan etkiliyor. Türkçede ayrı bir kelime yok, İngilizcede içinde organik madde olmayan kum, kil vb. inorganik maddelerden oluşan toprağı “dirt”, organik maddesi bol, bitki yetiştirmeye elverişli toprağı “soil” olarak adlandırıyorlar. Birisi yaşam içermiyor, diğeri çok zengin bir yaşam içeriyor.

Organik maddece zengin bir avuç toprakta, çoğunu gözümüzle görmediğimiz için, var olduklarının da çoğu zaman farkında olmadığımız on binlerce farklı türden milyarlarca mikroorganizma toprağa, dolayısıyla da varlıklarına muhtaç olduğumuz bitkilere ve diğer canlılara hayat verirler.

Mikroorganizmalar toprak organik maddesinde yaşarlar. Organik maddedeki karbondan enerji, azottan protein üreterek hayatta kalır ve çoğalırlar. Bunu yaparken organik maddeyi ayrıştırırlar (dekomposizyon). Ayrıştırma süreci, yaşayan bitkiler için gerekli azot, fosfor, potasyum vb. gibi bitki besinlerinin bitkilerin kökleriyle alabilecekleri formda açığa çıkmasına sebep olur. En sonunda artık ayrışamayan humus geride kalır. Humus ise toprak yapısını iyileştirir, ve yüksek katyon değiştirme kapasitesiyle, besin maddelerini tutarak topraktan yıkanıp gitmelerini önler.

Toprak organik maddesi;

  • Fiziksel olarak, topraktaki kırıntılanlamayı sağlar, su filtresi görevi görür, toprakta hava tutar ve üst tabakanın yıkanmasını önler, su tutma kapasitesini arttırır, killi toprakların yapışkanlığını azaltır, toprak yüzeyinde tabaka oluşumunu engeller.
  • Kimyasal olarak, toprağın katyon değiştirme kapasitesini (CEC) arttırarak kalsiyum, magnezyum, potasyum gibi pozitif iyonlu minerallerin tutulmasını sağlar, toprağın ani PH değişimlerine direncini arttırır (buffering capacity), toprak minerallerinin bitkilere hazır duruma gelmesine yardımcı olur.
  • Biyolojik olarak, toprakta yaşayan organizmalar için besin sağlar, toprak biyolojik çeşitliliğini ve aktivitesini arttırarak hastalık ve zararlıların baskılanmasını sağlar, mikroorganizma aktiviteleri sonucunda toprakta oluşan gözenekleri arttırır. Ayrışan organik maddeden mikroorganizmaların açığa çıkardığı, bitkilerin alabileceği besin maddelerini sağlar (3).

Özetle, tarımın nasıl yapıldığı, uygulanan pratikler, toprak organik maddesinin artmasında veya azalmasında doğrudan belirleyici. Ne yazık ki, kötü pratiklere hali hazırda ülkemizde uygulanmakta olan tarımda çokça rastlıyoruz. Bunlar arasında, anızların ve budama artıklarının yakılması, toprağın aşırı işlenmesi, toprağın çıplak bırakılmasını sayabiliriz. Bu uygulamalar toprak organik maddesinin hızla azalmasına sebep oluyorlar. Bunun sonucunda, verim alabilmek için her yıl daha fazla kimyasal gübre kullanma zorunluluğu ortaya çıkar, ki bu da zaten tekbaşına toprak organik maddesinin ve topraktaki yaşamın yok edilmesi için yeterlidir.

Aynı şekilde toprak organik maddesini arttırmanın da, anızların muhafaza edilmesi, her türlü organik maddenin kompostlaştırılarak toprağa kazandırılması, hayvan gübreleri, örtü bitkileri, çok yıllık bitkiler, baklagiller, kuruyan dal ve budama artıklarının toprağa kazandırılması vb. gibi bir çok yöntemi var.

Organik madde gibi, hem kimyasal hem de biyolojik olarak bitki besinlerini toprakta tutma, bitkiler istedikçe yavaş yavaş serbest bırakma, mikroorganizmaları ve besin zinciri içindeki diğer çok hücreli toprak canlılarını bedava toprak işçisi olarak çalıştırma becerisine sahip olmayan toprakta kimyasal gübre uygulanması da sorunlu olur. Organik madde yokluğundan tampon (buffer) karakteri olmayan toprağa bir anda verilen kimyasal gübrenin çok az bir kısmı bitkiler tarafından alınabilir, büyük kısmı toprağın derinliklerine iner, yeraltı sularına karışır ya da havaya uçar. Bu bakımdan salt yiyecek sebze vb. üretmek için tasarlanmış, inorganik besinlerle beslenen klasik hidroponik (su kültürü) sistemler, kötü pratiklerle toprakta yapılmaya çalışılan tarıma göre çok daha çevreye duyarlı, su ve hammadde kaynaklarını ziyan etmeyen, pestisitlere çok daha az ihtiyaç duyan yöntemlerdir dersek hata yapmış olmayız. Elbette, hidroponik sistemlerin, bazı kısıtlı taze sebze ve meyveleri üretmekte doğaya çok daha az zarar veren yöntemler olsalar da, insanın karnını doyurup beslenmesinin sürekliliğini sağlayacak ölçekte tarımsal üretime alternatif olmasını bekleyemeyiz.

Artan insan ve insana bağımlı hayvan nüfusunun beslenmesi, bunun endüstri haline getirilmesi doğaya negatif müdahaledir ve mevcut haliyle sürdürülebilir olmadığı da aşikar. Olması gereken, tarımsal üretime uygun çok geniş toprak alanların hiç olmazsa toprağın sağlığını koruyarak, olumsuz müdahale yerine, hiç tarım yapılmasaydı doğanın kendi kendine yapacak olduklarını taklit ederek, belki hızlandırarak yapılmasıdır. Bunun yolu ise toprak organik maddesini azaltacak pratiklerden kaçınmanın yanısıra, organik maddeyi arttıracak pozitif müdahalelerden geçiyor. İnsan için yetiştirilen hayvanların gübreleri, örtü bitkileri ekilmesi, olabilecek her türlü organik maddenin kompostlaştırılarak toprağa verilmesi pozitif müdahalelerden sayılabilir.

Havadaki karbonun toprağa indirilmesi ve bununla aynı sonuca çıkan toprak organik maddesinin arttırılmasında çok yıllık bitkiler ve ağaçlar özel bir önem taşıyor. Tüm bitkilerin, havadan aldıkları karbonu sentezleyerek ürettikleri karbonhidratların bir bölümünü köklerinden toprağa verdiğini hatırlayalım. Bitkiler, toprak organik maddesinin yokluğunda hayatta kalmanın bir yöntemi olarak, işbirliği yapmak istedikleri mikroorganizmaları kök bölgelerinde besleyip nüfuslarını ve çeşitliliklerini arttırarak kendi beslenmeleri için çalışmalarını sağlıyorlar.

Tarım, ya da yiyecek üretmekte kullanılan yaklaşımlar toprak yönetimini de doğrudan etkiliyor. Olabildiğince büyük, devasa alanlarda monokültür (tek çeşit) tarla tarımı, her ne kadar ülkemiz yeni keşfetmiş olsa da, dünyada sürdürülebilirliği olmayan, dolayısıyla sürdürülemezliği anlaşılmış bir yöntem.

Pek çok bilim insanı, çiftçiler, tarıma yeni bir anlayış getirmek isteyen oluşumlar, üniversiteler, kurumlar, tarımda sürdürülebilirliğin sağlanması için yeni yöntemler araştırıyor, deniyor. Dünyanın dört bir yanındaki küçük yerel toplulukların eski yöntemleri (4), artık yok olmuş kültürlerin topraktan yiyecek üretme yöntemleri (5) bugün tekrar keşfedilip yorumlanmaya çalışılıyor. Eski yöntemlerin hepsinde var olan ağaçlar ve çok yıllık diğer bitkilerle beraber yiyecek üretimi yeniden keşfediliyor.

Bugün “agroforestry” diye bilinen, Türkçede tarımsal ormancılık, orman tarımı vb. şeklinde adlandırılan yeni yaklaşımların temelinde yüzlerce yıl öncesine ait Mayaların ormanın ortasında, ormana zarar vermeden her türlü yiyeceklerini üretme yöntemlerinin olmadığını kim söyleyebilir (6) ?

Tarımın toprağa ve doğaya negatif müdahalesini, doğayı taklit eden pozitif müdahale ile dengelemeye çalışmada tüm yollar, birden çok çeşit ürünün, bir arada, çok yıllık bitki ve ağaçlarla birlikte ve nisbeten küçük alanlarda yetiştirilmesine çıkıyor. Asya ve Afrikada yiyecek üretiminin %80’ninin küçük çiftçiler tarafından yapıldığı belirtiliyor (7). Ülkemizde de artık “küçük” olduğu için adı geçmeyen, ürettikleri kayda alınmayan, çiftçi olarak dikkate alınmayan, herkesin ensesine vurup lokmasını almaya çalıştığı, toprakları alınıp, devasa büyük alanlarla birleştirilmeye çalışılan küçük çiftçilerin ağaçlarla çevrili tarlalarının ve boşluklarında sebze yetiştirdikleri bahçelerinin çıkış noktası da bu olsa gerek.

Önceki Yazı: Karbon, Karbon Hasatı, Organik madde ve Kompost – Bölüm 1 (Karbon)

Sonraki Yazı: Karbon, Karbon Hasatı, Organik Madde ve Kompost – Bölüm 3 (Kompost)

Referanslar:

(1) Tarım topraklarımız alarm veriyor

(2) Troeh – Soil and Soil Fertility

(3) Cornell University Cooperative Extensions-Agronomy Fact Sheets

(4) Yale University – Native Knowledge: What Ecologists Are Learning from Indigenous People

(5) MesoAmerican Research Center – Maya Forest Gardens

(6) World Agroforestry Center – The History of Agroforestry

(7) Food and Agriculture Organization of United Nations – 2017, The State of Food and Agriculture

3 Comments

  1. Emeğinize sağlık, teşekkürler. Makaleleriniz hem ışık tutuyor, hem de referanslarıyla birlikte yeni kapıların açılmasını sağlıyor. 3 nolu referanstaki (Agronomy fact sheet 41) bazı bilgiler kafamı karıştırdığı için görüşünüze başvurma ihtiyacı hissettim. İlgili kaynakta, toprak organik maddesi üç ana gruba ayrılmış: 1)Bitki artıkları ve canlı mikrobiyal kütle, 2)Aktif organik madde (detrius), 3)Stabil organik madde (humus). Bunlardan ilk ikisinin toprağın gübrelenmesine katkıda bulunduğu (dekompozisyon esnasında azot, fosfor ve potasyum gibi minerallerin salınımı nedeniyle), humusun ise dekompozisyonun nihai hali olması nedeniyle gübre olarak daha az etkisinin olduğu belirtilerek, humusun daha ziyade toprak yapısı, katyon değişim kapasitesi gibi olumlu etkileri olduğu bahsedilmiş. Bunu okuduğumda, “o zaman niye kompost yapmakla uğraşıyoruz, organik atıkları doğrudan toprağa gömelim, gübreleme etkisi daha fazla olsun, nasılsa nihai olarak toprakta humus haline gelecekler” düşüncesi geçti. Okuduğumdan neden bu hatalı olduğunu düşündüğüm yoruma ulaşıyorum,yardımcı olursanız sevinirim.
    (agaclar.net: kbulbul)

    • Organik atıkların başka bir şey yapılamadığı durumda toprağa gömülmesi elbette yapılabilecek en iyi şey. Bir sonraki bölümü de bekleyin ondan sonra bu konuyu tartışalım, daha iyi olur. Saygılar

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*