Pişman Değiliz

Meyvelitepe’de biz kendi masalımızı yazarken aldığımız tepkilerden heyecanımızı ve hayallerimizi paylaşan pek çok kişi olduğunu da farkediyoruz. Bizim gibi kentlerin “çılgın kalabalığından”, yarattığı stresten, içine hapsolduğumuz çarklardan kaçarak kendini doğanın kucağına atmak isteyenler için deneyimlerimizi, doğrularımızı, yanlışlarımızı anlatmayı planlayarak başlamıştık bu blog’a. Ancak görüyoruz ki bugüne kadar “masallarda olumsuzluğa yer yoktur” havasında yazılmış hemen tüm yazılarımız, o yüzden biraz daha gerçekçi olup işin zorluklarına da değinmeye karar verdik bu defa.

Günlerin iyice kısalmasından ötürü artık tüm işler hafta sonuna birikiyor, üstelik hasat mevsimi olduğu için işler de azımsanmayacak kadar çok. Zeytin zamanı geldi, yardımcımız hafta içi yavaş yavaş zeytinleri toplamaya başladı. Tabii iş zeytinleri toplamakla bitmiyor, toplanan zeytinler, okuyanlara inanılmaz gelebilir, birer birer elden geçiriliyor, her biri evirilip çevirilerek üstelik. Bereli olanlar ayıklanırken, zeytinler renklerine, boylarına göre ayrı kaplarda toplanıyor. Bu işler gündüz bahçede, akşamları televizyon karşısında, bazen yardımla bazen yardımsız devam etmek zorunda, çünkü toplanan zeytinlerin işleme konmadan beklemeye tahammülü yok, toplandığı gün ayıklanma işlemi tamamlanmalı ve en geç sabaha salamuraya veya suya girmeli. Bahçede çalışırken mevsim dolayısıyla giderek daha kalınlaşıyor giysilerimiz, ama Meyvelitepe olağandan biraz daha rüzgarlı, tamam yumuşatmıyorum, epeyce rüzgarlı soğuk insanın içine işliyor, özellikle de oturmuş hareketsiz çalışırken. Sürekli aynı pozisyonda çalışmaktan ötürü oluşan sırt ve boyun ağrıları da buna eklenince… Hayır, hayır yine de pişman olmuyoruz yaptıklarımızdan.

Öte yandan hurmalar da olmuş, hurma kakı yapmaya kararlıyız ya, tek tek soyup, kaynar suya daldırıp, ip bağlayıp kurutmak için asıyoruz. Kaç tane hurma soyduk bilmem, artık rüyalarımızda bile ya hurma soyuyoruz, ya zeytin ayıklıyoruz. Ama hala pişman değiliz.

Sonbaharın cilvelerinden biri yağmur malum. Bütün yaz çok beklemiştik, yağmamıştı bir türlü, şimdi bol neyseki. Lakin lastik çizmeleri giyip bahçeye indiğimizde ayaklarımızın altına yapışan çamur öbeği, kaç kilo geliyor bilmiyorum, ancak adeta insanın ayaklarına kurşun bağlanmış etkisi yaratıyor. Her bastığımız yere yapışıyoruz, yerden ayaklarımızı kaldırıp bu kurşun ağırlıklarla bir adım daha atabilmek için harcadığımız kuvvet sanırım ve umarım kas yaptırıyordur. Bu arada köpeciğimizin çamurdan çizmeler giymiş gibi görünen patilerini hiç işin içine katmıyorum, nasıl olsa temizlik akşama.
Ayakların durumu böyleyken, eller de pek farklı değil. Sosyal ortamlarda eldiven giyesimiz var. Genellikle bir şeylerden boyanmış oluyorlar, yahut soğuk, toprak, su karışımına uzun süre maruz kalmaktan çatlıyorlar. Olsun, biliyorduk böyle olacağını, biraz acıtıyor ama yok, yok pişman değiliz.

Derken dün akşam, malum tüm Marmara bölgesini etkileyen, şiddetli Lodos kendisini gösteriyor, Meyvelitepedeyiz rüzgar hafiften başladığında. Evin arkasındaki tepe ormanlık, daha arkasında da başka tepeler var, ama gelen ses yaklaşan bir Tsunami dalgasının sesine benziyor, ansızın devasa bir dalga çıkıverir mi kuşkusuyla tepeye bakıyoruz bir an, hayır ormanın içinden geçen rüzgarın sesi bu. Bir an yatışıyor, sonra yanaklarını şişirmiş gibi yeniden olanca kuvvetiyle üflüyor. Hava kararmakta, köpeciğimiz seslerden huzursuzlanıyor, eve giriyoruz. . Eşim yardımcımızı götürüyor, evde bekliyoruz Köpükle birlikte. Onca izolasyona rağmen rüzgar yine de ıslıklar çalacak minik delikler buluyor anlaşılan, birden kedi miyavlamasına benzer bir ses ve bir gümbürtü kopuyor. Köpük boş evde yankılanan havlamalarla kapıya seğirtiyor, bu arada elektrikler kesiliyor, her yer zifiri karanlık. Neyse hemen geliyor, rüzgar biraz kesilince dışarı çıkıyoruz. Köpük varolduğunu sandığı rüzgar kediyi arıyor, ben bakıyorum, üzerine odun kütüğü koyduğum sehpa bir tarafa kütük bir tarafa savrulmuş. Zeytin sepeti,  içindekileri döke saça uçup yuvarlanmış. Hemen zeytinleri toplamaya girişiyorum, rüzgar yeni bir salvo yapıyor, tepedeki ormandan ağaçları söküp getirmesinden korkuyorum, yine de işe devam ediyorum. Neyse sonunda yeniden eve giriyoruz, eşim geliyor, bu sefer Köpük bile bir an önce eve gitmeye hevesli. Evet gidiyoruz. Pişman mıyız? Hayır, hayır, biraz heyecanlı oldu ama olsun.

Ertesi sabah telefon çalıyor, hayırdır diye açıyoruz telefonu, yardımcımız arıyor. Serayı zeytinlikte bulduğunu söylüyor. Bunun anlamı, sera Lodos’un hışmına uğramış, yerinden acımasızca sökülüp havalanarak çitleri aşmış ve bahçenin aşağıdaki bölümüne uçmuş. Maddi zararın yanı sıra içindeki Sekoya, üvez, zeytin fidelerimiz, tohumlarımız, sevgili Yasemin çiçeğimiz için üzülüyoruz, hem de çok. Doğa karşısında nasıl çaresiz kalınabileceğini bir kez daha anlıyoruz. Yapacak bir şey yok, yarım ağız sağlık olsun diyoruz. Eşim hemen gidiyor. Evet seramız yokmuş yerinde, ama Tanrı acımış yine de, ilginç bir şekilde fideler, Yasemin sağ salim kalmış, uçan sera aşağıdaki ağaçlara ve meyve fidanlarına bir zarar vermemiş. Eh buna da şükür. Bu arada zeytinleri sepete doldurmaya çalışırken kafama bir ağaç kütüğü uçmamış olmasına da seviniyorum bir yandan.

Pişman mıyız? Bütün bunlara rağmen hala değiliz çok şükür. Deli miyiz biz? Pek mümkün.

9 Comments

  1. Doğayla uyum içinde olmak böyle bir şey olmalı. Ondan gelen tüm olumsuzluk ve güzellikleri tevekkülle karşılamak.
    Bir gün biz de….
    Cevizlerimiz çoktan bitti. Pek severek yedik.

  2. Meyvelitepe ;
    Tecrübeleriniz önümüzdeki günlerde bir orman köyünde oluşturmaya başlayacağımız bahçemiz için çok faydalı olacak. Bunları bizlerle paylaştığınız için çok teşekkürler. Ben bir egeli olarak, o adamın ayağını yerden kesen kış fırtınalarını özlüyorum. Gerçi eskiden çok daha beter oluyordu, biz çocukken Söke’de donardık resmen, evler ısınmak bilmezdi… şimdi annemler baharlıklarla geçiriyor kışları da, evler hamam gibi… Global ısınma ile bir ilgisi var sanırım… Bilemiyorum ama…
    Bu aslında bir davet mesajı olacaktı siz sevdiğim blogçulara gönderdiğim, “Nihayet açabildiğimiz blogumuza bekleriz” diyecektim:)
    sevgiler

  3. Mallacım sen aşk diyorsan öyledir.
    Münevver hanım cevizleri severek yemenize çok sevindik, afiyet, bal şeker ve şifa olsun. Dediğiniz gibi doğa söz konusu olunca, “tevekkül” doğru seçilmiş bir sözcük. Hayal etmekten vazgeçmeyin, evet eminim bir gün siz de…
    Merhaba Başak, hem blog yazılarınız hem de yeni bahçeniz için kolay gelsin, her ikisi de heyecan verici ve zevkli (biri birazcık yorucu ama çok güzel). Deneyimlerimiz işinize yararsa ne mutlu bize, boşuna yazmamış olacağız o zaman. Adresinizi istatistiklerden bulduk, hoşgeldiniz. http://akvaryumdaikibalik.blogspot.com/
    Gönülden sevgiler…

  4. Sevgili Meyvelitepe; kusura bakmayın davet gönderirken open ID’den herkes blog ismini görebilir sandığım için adres belirtmemiştim. Ama bu durum blogspot kimlikliler için geçerliymiş. Kusura bakmayın…
    Seçtiğiniz hayat benim (bizim) hayalimiz (anladığım kadarıyla artık şehirde takip etmeniz gereken düzenli bir ofis işi yok ve siz hep meyvelitepe’desiniz). Sorsanız herkesin hayali ama çok az insan bunu gerçek yapabiliyor sizin gibi. Zaman içinde anladım ki çoğu kşi, sırf böyle bir “trend” olduğuna inandığı için söylüyor bunu:) Sayenizde şimdiden bir dolu şey öğrendim, uygulamaya çalışacağız.
    Eşimin ailesi (özellikle annesi) de gerçek bir doğa sever olduğu için hayallerimizi gerçekleştirmek için “güçbirliği” yaparak, geçen sene biten küçük bir orman evi yaptırdık, Abant gölüne yakın bir dağ köyünde. Bahçesi (duvar ve çitlerin yapılması, doldurulması -çok kot olduğu- için ancak bu yaz sonu bitti. Bu zamana kadar inşaat odaklıydık, bundan sonrası artık sırf bahçe ve doğa olacak… Şu anda dinleniyor toprak. Kasımda bir kaç ağaç dikin demişlerdi ama biz gidemeden ilk kar düşmüş. Herhalde artık uygun olmaz dikmek, baharı beklemeli, ne dersiniz?
    Bolu’da bitkilerin çok sevdiği bir iklim var, gördüğüm kadarıyla çok fazla tipte bitki, ağaç ve sebze yetiştirmek mümkün. Köyün yerlilerinden çokça tavsiye alıyoruz, iyi oluyor. Bahçemiz çok büyük değil ama bizim yaşam gerçeklerimize uygun ebatta, yani haftasonları çalışarak onu bakımlı ve verimli halde tutmamız mümkün olacak diye düşünüyorum. Kar kış boyu kalıyor, baharda mis gibi, capcanlı bir toprak çıkıyor altından. Şu ana kadar büyük taşları temizledik, bir kaç basit taraça yaptık. Bir kısım sebzeler için olacak. Çok iş va ve bunları düşünmek bile beni heyecanlandırıyor. Bol miktarda bedenen çalışma lazım… Benbu tür çalışmayı çok severim, bakalım. Deneyimlerimizi sizinle (blog veya doğrudan) paylaşmak isterim. Şu anda amatör ötesiyiz ama işin keyfi biraz da bu değil mi? Araştır, öğren, uygula, çuvalla, bir daha yap olsun, mutlu ol… Ben sizin hikayelerinizi kendim yaşamış gibi hissediyorum okuyunca. Ne iyi yapmışsınız, bizlere de ilham oldunuz.
    Sevgiler ve kolay gelsin…

  5. Sevgili Başak, maalesef biz de henüz Meyvelitepe’ye yerleşmiş değiliz, ama yakında oturduğumuz için sık sık gidebiliyoruz. Aslında şu an yaşadığımız yer de bir köy olduğu için Meyvelitepeye alıştırma oluyor bir bakıma. Aslında ben çalışma hayatımın ilk 7 yılı dışında ev ofiste çalıştım, o nedenle şanslıyım, ama eşim henüz emekli olmadı, dolayısıyla hafta içi meşgul. Günler uzun olduğunda hemen her gün gidiyorduk Meyvelitepeye, ancak şimdi yalnızca hafta sonları mümkün oluyor. İnşallah seneye bu zamanlar yerleşmeyi planlıyoruz oraya.
    Şimdilik hayal etmekle yetinenler de umarım kolları sıvayıp işe girişirler. Ancak “trend” uğruna yapılabilecek bir iş olmadığı kesin.
    Orman evinizde çok güzel günler geçirmenizi diliyorum. Abant gölü de, civarı da gerçekten çok güzel, hatırladığım kadarıyla kış aylarındaki görüntü muhteşem. İnşaat işleri, özellikle uzaktan idare etmeye çalışınca daha da zor oluyor, ama o aşamayı geçmişsiniz neyse ki. Ağaçlar konusunda Kasım en uygun ay gerçekten. Eşimin tavsiyesi, kar yağmış olsa da, eğer toprak donmamışsa ağaçları şimdi ekmeniz. Böylece fidanlar yaza kadar kılcal köklerini geliştirerek bahara hazır ve güçlü olarak girebilirler. Baharda ekildiğinde fidanlar hemen yaprak ve çiçek vermeye giriştiklerinden kökler zayıf kalabiliyor, bu da ağaç açısından risk yaratıyormuş.
    Gerçekten de işin araştırma, deneme yanılma kısmı çok zevkli. Aslında biz de bu konuda amatörüz, ama öğreniyoruz. Köydekilerin deneyimlerine kulak vermekte fayda olduğunu gördük, ama yine de araştırıp sağlama yapmak gerekiyor. Zira onlar alışkanlıklarını değiştirmeden işe devam ediyor, pek fazla yeni gelişmeleri önemsemiyor, ya da riske girmek istemiyor. Oysa siz yenilikleri çekinmeden deniyorsunuz, riske giriyorsunuz, onların ilgisini çekiyor ve başarılı yöntem ve sonuçları benimseyebiliyorlar. Böylece karşılıklı bilgi alışverişi oluyor ve gittiğiniz yere aynı zamanda bir katma değer de eklemiş oluyorsunuz ki, işin en güzel taraflarından biri de bu.
    Sizin hikayelerinizi de merakla bekliyoruz. Bize istediğiniz zaman e-mail adresinden de ulaşabilirsiniz.
    Görüşmek üzere. Sevgiler…

  6. Sevgili Meyvelitepe cevabınız için çok teşekkür ederim. Özellikle ağaç dikimi konsundaki tavsiyenizi dinleyeceğim. İşte bunları öğrenmek çok mutlu ediyor beni… Ben o kadar bu hayali kurdum ki (hayalimle şuan gerçek olan arasında tek fark, hayalimdeki kır evi denize yakındı, burası değil. ama yine de göle yakın:), bu işin olmasını çabuklaştırdım. Sanırım tanrı “daha şehirde işiniz gücünüz var, deniz kenarına henüz o kadar sık gidemezsiniz, şimdilik yaşam gerçeğinize en uygun olanı gönderiyorum size” dedi sanki…:) Ve tabii bu sayede sizler gibi hayalini gerçek yapmış ve epeyce yol katetmiş insanlarla tanışıyorum, çok güzel bir şey bu… Eşinize selamlar,
    Başak

  7. Biz de araziye ev yapmakla köydeki arsa ya ev yapmak konusunda kararsızız. Çanakkalenin bir köyü olsa da insan güvenemiyor tek bırakmaya eşini bu zamanda, siz hangisini tavsiye edersiniz. Bazen insan yoruluyor tarlada ve hiç kimseyi görmek zorunlu muhabbetlerden geçmek istemeyebiliyor

    • Sorunuzun cevabı size ve yerleşmeyi düşündüğünüz yere çok bağlı.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*